24 Ocak 2016 Pazar

Neden Haber Vermedin ki



Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti, İyi İnsanlar iyi atlara binip gitti. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Aynada ki Yalan” isimli romanının başkahramanı Naci’nin arayış içerisinde olduğu bir dönemde kendisine “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti” cevabı verilir ve şöyle bir hikâye anlatılır: “Bir gün cins at meraklısı bir adam, cins atlarıyla meşhur bir yere gidiyor. Tanıdıklarından kimi sorsa “Öldü!” cevabını alıyor. Ya şu ağa, ya bu ağa..? Göçtü..! Ya filan atın soyu, ya filan kısrağın dölü..? Kurudu…! Sonunda at meraklısına şu karşılığı veriyorlar: “Senin anlayacağın iyi insanlar iyi atlara binip gitti?
  Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar, ardında bıraktıkları güzel isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı son dönemde ülkemiz için canını feda eden aziz şehitlerimiz ve değerli hizmetleriyle bu milletin gönlünde taht kurmuş sanat, edebiyat, siyaset ve iş dünyasının çok değerli insanlarının ardında gözü yaşlı sevenlerini bırakarak veda etmesi gibi... Onlara Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
   Her ne kadar dünyanın cezbedici süsüne kendimizi kaptırarak; bizim için kaçınılmaz son olan ölüm gerçeğini gündemde tutmak istemesek de, o hayatımızın bir parçasıdır. Biz onu unutsak da o bizi hiç unutmaz. Vakti geldiğinde kapımızı çalar. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi görmek, içimizdeki iman eksikliğinin bir sonucu olsa gerek. insanca ve İslamca bir hayat sürmek ölümün korkulacak bir şey olmadığını anlamamızı kolaylaştırır.
  Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde; 
…Neylersin ölüm herkesin başında. 
Uyudun uyanamadın olacak. 
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında? 
Bir namazlık saltanatın olacak, 
Taht misali o musalla taşında. 
  Dizeleri ile ölümün  zamanı ve yeri belli olmayan bir anda herkesin başına gelebileceğini ifade etmekte.
  Ölüm dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm sonrası hayatın mahiyetini bilemediği için, hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve itici bulur...
 Onda n kaçmak imkansız. Nerede olursak olalım o bizi mutlaka bulur. Yüce Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/185) buyurarak yaratılan her canlının ölümü mutlaka tadacağını haber vermektedir. Öyleyse kaçmak niye?
 Kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek...Giderken götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı.
 Sadi Şirazi, Gülistan isimli eserinde bir hikaye anlatır. Hikaye şöyle başlıyor; adamın biri yıkılan evinin karşısına geçmiş bir yandan ağlıyor, diğer yandan da: "Ah evim! Çökmeden evvel bari bir haber verseydin de ona göre tedbir alsaydım" diye söylenip duruyormuş.
 Birden o harabeden bir ses yükselmiş; "Be adam!.. Ben yıllardır sana, çatlayan duvarlarım ve dökülen sıvalarımla çöküyorum diye haber veriyordum. Fakat sen, her defasında bir avuç toprak ile çıka geliyor ve o çatlakları örterek verdiğim haberi adeta ağzıma tıkıyordun" demiş.
  Hikaye manidardır. Çünkü bizim hayat evimizde de hızla tahripler, çatlaklar oluşmakta ve ömür binamızdan her geçen gün bir taş daha düşmektedir. Çok insaflıdır ölüm... Gelmeden önce nice haberler gönderir de, biz bir türlü dönüp bakmayız o ikazlara...Her birine bir bahane bulur , "hastalıktır geçer" der, önemsemeyiz.
 Günbegün tükenip gittiğimizi görmeyiz... Ömür, bitmeyecek bir hazine gibi görünür gözümüze; Oysa her şeyin bir sona mahkum olduğuna inanmak istemeyiz. Aldanırız, ama kabul edemeyiz bunu bir türlü...
 Ve bir gün ölüm gelip dikiliverir karşımıza... Şaşırır ve endişeli soru veririz; "Neden haber vermedin ki?"
 Cevap vermek zorunda mıdır ölüm... Zira  o, haberini çoktan vermiştir...

  Ölüm kaçınılmaz son. Lakin ölüm doğal olmalı. Allah’ın verdiği canı zalim almamalı. Ölüm gerçeği insanları can yakmaktan, can almaktan, hak yemekten, adaletsizlikten, yetim malı yemekten, suç işlemekten, savaşlardan alı koymalı. Her insanın barış içinde, huzurlu, mutlu kendini güvende hissedebileceği bir dünyada yaşamak en doğal insani hakkıdır…

Muhabbetle,
Hanife Mert



19 Ocak 2016 Salı

DÜĞÜNÜMÜZE DAVETLİSİNİZ


Bizim oralarda hızlı giden birine "bu ne acele ardından atlı mı kovalıyor?" derler. Ben de aynı soruyu durmadan dinlenmeden hızla akıp giden zamana sormak istiyorum. Bu ne hız, bu ne acele ardından atlı mı kovalıyor?.. 

  Bu kadar hızlı geçen zaman bazen de geçmek bilmez.
 Hani mutlu bir haber beklerken, uzun süredir göremediğin bir hasrete kavuşurken, acı duyarken, insanın içi yanarken ve benzer bir çok nedenden dolayı da geçmek bilmez. Zamanın geçmesi ya da geçmemesi insanın düşüncesi ile ilgili mi? diye de düşünmeden edemiyorum...  

  Malumunuz tek düze bir hayat yaşamıyoruz. Özellikle son dönemlerde gerek ülkemizde ve gerekse komşularımızda hoş olmayan, mutluluktan ziyade, mutsuzluğa endekslenmiş olaylara şahit olmaktayız. Öyle ki, kimi zaman içimiz yanıyor, sinirlerimiz hat safhada geriliyor, bazı insanların  insafsızca insanlık dışı  davranışları sebebiyle de yaşamaktan bezgin bir duruma gelebiliyoruz. Tüm bu olumsuzluklara rağmen bazen de;  küçük sevinçler, mutluluklar, kimi zaman da hayattan tat almamızı sağlayacak türden güzellikler de yaşamıyor değiliz. Kaldırımda kendiliğinden açan bir çiçeğin etrafa güzel koku yayması gibi.

 Zamanın hızla akıp gittiğinden dem vurdum. Sizinle mutluluğumu paylaşmaktı amacım. Lakin yaşananlar bizi öylesine etkiliyor ki, mutlu olmayı bile kendimize neredeyse yasaklar duruma getirebiliyor.
  Daha dün gibiydi ebenin minik Merve'mi  elime verdiği. Uzun kumral saçları, çekik kahverengi gözleri ile dünyamızı aydınlatmıştı. Bize anne baba duygusu gibi eşsiz bir duyguyu hissetmemize vesile olmuştu. Bizi tarifsiz şekilde mutlu etmişti. Yaşamının her evresinde ailemizin hem gurur hem de  mutluluk kaynağı olmuştu...


  Hiç şüphesiz her anne babanın en büyük arzusudur hayatına anlam katan, ona Allah'ın en güzel lütfu olan evladının kendi ayakları üzerinde durduğunu, yuvasını kurduğunu görmek. Onun mutluluğu ile mutlu olmak... 

  İşte dedim ya, şöyle etrafıma baktığımda bu mutluluğu yaşayamayacak anneleri babaları, küçücük bir umudun peşinden giden ve sonu hüsranla biten, karaya vuran, minicik bedenleri ateşte yanan günahsız bebeleri düşündükçe, mutluluğum acıya dönüşüveriyor. Elden bir şey gelmemesi üzüyor insanı.
  Hal böyle iken,  bir yerde ölümler yaşanırken, bir başka yerde doğumlar, düğünler yaşanıyor. Bu durum da ise, ölenle kimse ölmüyor, hayat devam ediyor düşüncesi meşgul ediyor zihnimi.

 Özetle,  değerli blog yazarları 06 Şubat 2016 tarihinde kızım Merve'nin düğününü sizlere haber vermek istedim. Bu nasıl düğün daveti mutsuzluk içeriyor diye düşünebilirsiniz. Maalesef ülkemizin , insanlığın gerçeği bu...

İşte hayat bu! Mutlu olmak için önce mutsuzluğu yaşatıyor insana. Hani her nimetin bir külfeti olurmuş ya.. Tıpkı benim mutlu bir haber vermek için onca mutsuzluktan bahsettiğim gibi...


NOT: Gelebilecek durumda olan arkadaşları düğünümüze beklerim.

Muhabbetle,
Hanife Mert

18 Ocak 2016 Pazartesi

Nostaljik Pazartesi (Toplum Nereye Gidiyor)




Sevgili arkadaşlar yeni gördüğüm ve çok faydalı bir paylaşım olacağını düşündüğüm Nostaljik Pazartesi paylaşımlarına bu günden itibaren ben de katılıyorum. Bu gün sizlerle 05 Eylül 2012 tarihinde paylaştığın yazımı ekliyorum.

Bir toplumda farklı anlayış ve bölgesel kültürleri birleştiren,herkesin ortak paydasını oluşturan bazı değerler vardır. Vatan gibi,bayrak gibi,bağımsızlık gibi, ülkü gibi, tarih, kültür gibi değerler..
 Yüzyıllar boyunca aynı geçmişe sahip oluşumuz, aynı inançları paylaşmamız, aynı vatan toprakları üzerinde barış içinde kardeşçe yaşamamız,oluşan bazı farklılıkları unutturmuştur. 
Sevinçli günlerimizde temel değerler etrafında bir araya gelerek sevincimizi paylaştık. Ülkemizin bir tarafında meydana gelen acı bir olay karşısında hep birlikte yas tuttuk. Yardım için elimizden geleni yapmaya gayret ettik.. 
Ancak şu son günlerde, yaşanan toplumsal olaylar ve verilen daha doğrusu verilemeyen tepkiler gösteriyor ki; bir halkın yapı taşlarından biri olan toplum olgusu kökünden sallanmaya başlamıştır... 
Yazının devamını linkten okuyabilirsiniz.

http://yaren33.blogspot.com.tr/2012/09/toplum-nereye-gidiyor.html




Hanife Mert 





22 Aralık 2015 Salı

Mevlit Kandilimiz Hayırlı Olsun






Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. Tövbe /128

Mevlid Kandii, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son peygamber Hz Muhammed Mustafa (s.a.v) in 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. günü dünyaya teşriflerinin müjdesi olarak müslümanlarca kutlanan mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

Bu vesileyle sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan bu mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mevlid Kandiliniz kutlu olsun.

Muhabbetle,

Hanife Mert

23 Kasım 2015 Pazartesi

Sevgili Öğretmenlerim Gününüz Kutlu Olsun


Sözün Özü

İki düşün bir söyle. Her aklına geleni söylememeli insan iyi düşünmeli yerinde ve zamanında söylemeli ne söyleyecekse. Aksi takdirde olacaklara katlanmalı.Ha ne mi olabilir kalp kırabilir ya da söylediklerin dosdoğru olsa da eleştirilebilir kötü insan muamelesi görebilirsin.Çok sevdiğin kendini çok yakın hissettiğin hatta her şeyini bilip seni çok iyi tanıyan biri bile bazen yanlış anlayabilir seni sırf aklından geçeni söyledin diye. 
   Toplum olarak konuşmayı çok severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı, anladığımızı idrak etmeyi öğrenebilsek diyorum. Bu aşamada bir çok sorunların da üstesinden kolaylıkla gelmiş olacağız. Ama nerede.. Dinlemeye sabrımız yok. Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var.Yerli yersiz gerekli gereksiz hep konuşuyoruz. Konuşmuş olmak için, söylenen sözün altında kalmamak için konuşuyoruz. Fikir üretmek bilgi üretmek yerine laf üretiyoruz. Hani ağzı olan konuşuyor derlerdi ya..! Benim doğrum senin doğrudan üstün, benim sözüm doğru. Lafın altında kalmama zihniyeti ile hareket eder olduk. Halk böyle yapıyor da yöneticiler altında kalır mı? Hani balık baştan kokarmış ya! Hükümetiyle muhalefetiyle laf üretmekte üstümüze yok. Lafa gelince mangalda kül bırakmayız, icraata gelince sorumluluğu başka yerlerde arayan icraattan çok laf üreten bir toplum haline geldik.

  Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşmalı. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ama boş konuş...
Çocukluğumuzda büyüklerin karşısında çok konuşmamamız öğütlenirdi. "İki düşün bir konuş","sana sorarlarsa, söz verilirse konuş", konuşacaksan da dilin doğruyu hakkı konuşsun. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" denirdi. 

  Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere, ölümlere, tacizlere, tecavüzlere karşı  hep sustuk. Asıl konuşulması, neler oluyor diye yetkililerden yetkisizlerden hesap sorulması gerekirken sesimiz soluğumuz kesildi. Konuşamaz olduk. Belki korktuk, ürktük...
Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her zaman toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. Düşünme üretme yetisi devre dışı kaldı.
  Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, eğitim sistemimizdeki düzensizlikler, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...

 Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten çağı yakalamak ve çağdaş seviyeye ulaşmak için çaba harcamaktan, yaşamı ve yaratılışımızı anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler... 

 Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince karşımıza, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur.

   Büyük Türk milletini, iktidarından muhalefine herkesi, Türkmen Dağı çevresindeki Bayır Bucak Türkmenlerine ve Suriye’deki Müslüman Türkmen varlığına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Herkesin bu zulme tepki vermesi gerekmektedir. Devletimizin ve hükumetimizin bu durum karşısında şu ana kadar koyduğu tavrı da yeterli görmüyoruz... 
http://degirmendenmektupvar.blogspot.com.tr/2015/11/suriyedeki-turkmen-kym.html

Recep Bey'in bu çağrısını ben de yürekten destekliyorum. En kısa zamanda Devletimizin ve Milletimizin kardeşlerimize yardım elini uzatmasını diliyor ve istiyorum. Herkesin Suriye'deki Bayır/ Bucak Türkmen kardeşlerimize imkanları dahilinde elinden geleni yapacağına inancım tamdır...  

  Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün, insan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının insanca yaşamın konuşturulduğu, uygulandığı bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle,
Hanife Mert



9 Kasım 2015 Pazartesi

ATA'YI ANIYORUZ/ ARIYORUZ














Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk'ün ölümünün 77.yılında Onu rahmet ve minnetle anıyoruz.
   Millet olarak ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, vatana, bayrağına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan kendini Türk hisseden herkesin vefa borcudur.

  Bu ülke bu millet sana minnettardır Ataların Atası... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan ise bıraktığı emanettir. Millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...


Hanife Mert



Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...