16 Haziran 2015 Salı

Davul Bile Dengi Dengine!


...Sonbahar son günlerinin keyfini çıkarıyordu adeta. Ardı arkası kesilmeyen yağmur ve fırtına insanları evlerine hapsetmişti sanki. Yollar tamamen boşalmış, yerini arada sırada tek tük geçen arabalara, şiddetli yağmura, rüzgara ve soğuğa bırakmıştı. Evlerin önündeki dut, erik, kayısı, elma, şeftali ağaçları ile damlardaki asmalar da sarı kızıl renk tonlarının hakim olduğu yapraklarını tutamaz olmuş, hoyratça esen rüzgara, şiddetli yağan yağmura teslim etmişti. 
Pencereleri sımsıkı kapanmış, perdeleri çekilmiş, kapıları kilitlenmiş evler derin bir sessizliğe bürünmüştü. Tek tük tüten bacalardan çıkan dumanlar simsiyah kümelenmiş bulutlara ulaşmak istermişçesine salınarak gökyüzüne yükseliyorlardı.
 
  Evde her zamanki yerimde oturmuş, dışarıyı seyrediyor bir taraftan da düşünüyordum. Buraya geleli tam iki ay olmuştu. Bütün hayatımı derinden etkileyen, her şeyimi yerle bir eden iki ay... İnsan yarın ne yaşayacağını, başına ne geleceğini, onu bekleyen sürprizleri önceden kestiremiyordu.Tıpkı sonbaharda şiddetli yağan yağmurun esen rüzgarın doğa üzerindeki yok edici etkisi gibi. Oysa bir  müddet sonra ilkbaharda her şey yeniden hayat bulacak ve doğa tekrar canlanacaktı. Ya bizim hayatımız?.. Temelden sarsılan bu canlar, doğa gibi bir müddet sonra düzene girip tekrar can bulacak mıydı? Bunu zaman gösterecekti...

 Anneannemin benimle olan küslüğü hala devam ediyordu. Arada okul dönüşü evlerine uğruyor, ev işlerine yardım etmeye çalıştığımda izin vermiyordu. Yüzündeki derin çizgiler kızgınlığının da etkisi ile daha çok belirginleşiyor ve o tonton yüzü sertleşiveriyordu. Evi süpürmeye çalışsam elimden süpürgeyi alıyor, sert bir ifade ile “bırak işimi ben yaparım" diyordu.
Düşünüyorum da, bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi,  anlamış değildim. Eskiden yaz tatillerinde ailecek izne geldiğimizde ne kadar sevecen davranırdı bize. Ağustosun yakıcı sıcağında evin önündeki dut ağacının altına koyduğumuz tahta divanın üzerine oturur, yol kenarındaki küçük kanaldan akan buz gibi suyun etkisiyle serinlerdik. Orada kimi zaman mahalledeki kızlarla birlikte annemin ören bayan ipliğinden başladığı danteli, radyoda çalan dinleyici istekleri programı eşliğinde örerdik. O zamanlar günler ne de güzel geçerdi, anlamazdık. Kimi zaman da  anneannemle dedemin anılarını dinler, onların birbirleriyle takışmalarını seyrederdik. Anneannem biraz huysuzdu. Hemen küsü verirdi. Bazen günlerce küstükleri olurdu. "Anneanne neden böyle yapıyorsunuz, niye basit bir şey için küsüyorsunuz?" diye sorduğumuzda, dedemi sanki azıcık küçümser gibi; "kızım haddini bilsin, ben ağa kızıydım. O kim ki, babamın yanında çalışan bir işçinin oğlu" derdi. Sonra babasından bahsederdi: 
 "Benim babam adı şanı tüm köylere nam salmış zengin bir ağaydı. Emrinde çalışan işçisi, amelesi, hizmetçisinin haddi hesabı yoktu. Evimizde  ocaktan yemek kazanı hiç inmezdi. Zengini fakiri yemeden gitmezdi. Babamın eli çok açık, çok yardım severdi. Düşküne, fakire, yetime, öksüze, dula, yolda kalmışa yardım etmeyi çok severdi" der sonra dedemle nasıl evlendiklerini anlatırdı. Dedemi göstererek; 
 "Bunun babası bizim işçimiz di. Babasının yanına gidip gelirken bana gönlü düşmüş. Bir iki derken, yalnız bulduğu bir yerde beni sıkıştırdı. Niyetini açıkladı. Ben, yok olmaz, babam beni sana vermez dediysem de vazgeçiremedim. Dedem hemen araya girer: "ya ya öyle, yalan söyleme çocuklara! senin de gönlün vardı da söyleyemezdin, istemem yan cebime koy misali... derdi. 
 Dedemle anneannem geçmişlerini yad ederken sık sık takışırlardı. Anneannem babasının zenginliği ile övünür, dedemi küçümserdi. Anneannemin tavırlarından bir insanın mizacının  kolay kolay değişmediğini anlamıştım. Hani derler ya, "bir insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur" bu söz çok doğruydu.  
 Anneannem dedemle babasının itirazına rağmen kaçarak evlendiklerini, o gün bugündür, sırt sırta verdiklerini birlikte mücadele ettiklerini söylerdi. Dedem bazen itiraz etse de etkisiz kalırdı. Belli ki dedemi sindirmişti. "Davul bile dengi dengine çalar" diyenler haklı olmalıydı...

Not; Yeni kitap çalışmam "Bakış Acısı"ndan bir bölüm... 


Muhabbetle,

Hanife Mert

1 Haziran 2015 Pazartesi

İmam Nikahı/ Resmi Nikah...!

25 günlük bebeğini koltuğunun altına alarak hızla evinden çıkıp kendini asansörün önüne zor atmıştı. Çok Korktuğu her halinden belliydi. Biran önce asansörün gelmesini istiyordu... Yanına yaklaştım. Ne oldu nedir bu halin? diye soramadım. Zira onun ağzından başka, her yeri konuşuyordu. Gözlerinden siyim siyim yanaklarına inen yaşlar kırılan onurunu, incinen gururundan kızaran yüzü, yediği yumruktan moraran gözü ve kan toplamış kaşı, dağılmış simsiyah üzüm karası saçları yaşadığı ve hissettiği acıyı haykırıyordu. Şairin "bir kadın gülmeyi unuttuğunda, saçlarından süzülürmüş acılar" dizelerinde ifade ettiği gibi, fazla söze gerek yoktu... Tek amacı dişiyle tırnağıyla kurduğu yuvasına, 3 çocuğuna sahip çıkmak olan bu çile baz kadının bu hale gelmesine sebep; canından çok sevdiği, uğruna her şeyden vazgeçtiği sevdiğim dediği adamın cep telefonunda gördüğü uygunsuz mesajlar...! O da her kadın gibi açıklama beklemiş, nedenini sormuş. Karşılığında hakaret şiddet ve aşağılama... Hem de 25 günlük lohusa iken... Bu da yetmezmiş gibi, "sen ona laf söyleyemezsin, zira o benim ...yıllık imam nikahlı karım" demesi kadının dünyasını karartmıştı. Ne demekti imam nikahlı karım?
 

 İmam Nikahı ya da dini nikah en bilindik haliyle; ülkemizde, İmamın 2 şahit eşliğinde evlenmek isteyen kadın ve erkeğin nikahını kıyması olarak tanımlanabilir.
 Bu durum TCK 230/5 maddesi gereği resmi nikahtan önce kıyılması suç teşkil etmesine rağmen, resmi nikah olmadan gizlice kıyanların sayılarının fazlaca olduğunu biliyoruz.
 Bu konuda "TCK 230/5 maddesi; Aralarında evlenme olmaksızın, evlenmenin dinsel törenini yaptıranlar hakkında iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir. Ancak, medeni nikah yapıldığında kamu davası ve hükmedilen ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar" der.

  1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ise, resmi nikah müessesesi ile kadının sosyal konumunu güçlendirmek, aileyi, ana ve çocukları korumayı amaçlamaktadır. Dini nikaha dayalı evlenmelerin, kadın ve çocuklar yönünden doğurduğu sakıncalar gözetilerek resmi nikah yapılmadan, dini tören yapılmasının ceza yaptırımına bağlanmasının kamu düzenini ve kamu yararını sağlama amacına yönelik..." olduğu tartışmasız kabul gören bu yasa, 29.05.2015 tarihli gazete haberlerinden, Anayasa Mahkemesinin, imam nikahı kıymak için önce resmi nikah kıyma şartını kaldırdığını öğrenmiş bulunuyoruz. 
 Buna gerekçe olarak "AYM üyeleri, nikâhsız birlikte yaşayanlara TCK’da herhangi bir ceza öngörülmezken, resmi nikâh yaptırmadan dini nikâh kıyanlara hapis cezası öngörülmesinin Anayasa’nın 10’uncu maddesi, kanun önünde dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin herkesin eşit olduğunu ilkesine aykırı olduğunu savundular. Bu üyeler, düzenlemenin din ve vicdan özgürlüğü, özel hayatın korunması ilkelerine aykırı olduğunu" ileri sürdüler.

Haberin tamamı; http://www.milliyet.com.tr/aym-den-flas-imam-nikahi-karari--gundem-2066257/
 

Anayasa mahkemesinin verdiği bu kararla artık resmi nikah kıymadan, imam nikahı ile evlilik yapılabilecek. Yeni bir düzenleme yapılmaz ise; bu durum kadın ve doğacak çocuklar açısından çok büyük sorunlar yaratacaktır.
 Bir çok kişi imam nikahı ile evlilik yoluna sapacağı için doğacak çocukların miras hakkı ve soyadı gibi bir çok hakları gözardı  edilecektir.
Ayrıca kadınların 'boş ol' denilmesi durumunda hiçbir resmi hakkı ve sosyal güvencesi bulunmayacaktır.

 AYM'in bu kararı ile resmi evliliklerin azalması, çocuk gelinlerin sayılarının artması ve yaşanmış hikayemde anlattığım olayların önünün alınması zorlaşacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem, İslam dininde “dini nikahın” olmadığını belirterek,“Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kıyılan resmi nikah, İslam dininin de geçerli saydığı nikahtır” demesine rağmen AYM resmi nikah olmadan imam nikah kıyılmasını serbest bırakması kafalarda soru işareti oluşturmaktadır.
  

Kadına şiddetin ve boşanmaların önünün alınamadığı böyle zamanda, AYM kararının bu olumsuz durumu tetiklemesi kaçınılmazdır. Dilerim en kısa zamanda bu hatadan dönülür, daha yapıcı kararlarla durum çözüme kavuşturulur.


Muhabbetle,
Hanife Mert

19 Mayıs 2015 Salı

19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

"Bütün ümidim gençlerdedir" diyerek ülkemizi umut dolu yarınlara taşıyacağına inandığı gençliğe , 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını armağan eden Atamızı, onun silah arkadaşlarını ve bu vatana canını feda eden tüm şehitlerimizi rahmetle, şükranla ve sevgi ile anıyorum. Ayrıca, Ülkemiz üzerinde dolaşan kara bulutların biran önce dağılmasını, ve milletimizin aydınlık yarınlara doğru, barış, kardeşlik, hak ve adaletin sağlandığı bir geleceğe bayram coşkusuyla ulaşmasını diliyorum.



19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.





17 Mayıs 2015 Pazar

Kitabımla ilgili Okuyucu Yorumları; DEEP TONE

Blog arkadaşlarımdan http://sadevederin.blogspot.com.tr/ nin sevgili yazarı deep tone kitabımı okumuş, sayfasında yorumunu ve tanıtımını paylaşmış. Kendisine bu güzel anlamlı davanışından dolayı çok teşekkür ediyorum. Ayrıca sayfasında kitabım için güzel dileklerde bulunan değerli bloger arkadaşlara da ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Sözü artık deepe bırakıyorum...

DÜŞ BATIMI
Hanife Mert
Adından da anlaşılabileceği gibi düşlerin batışını anlatıyor bu hüzünlü roman. Bir ailenin yıllara yayılan hüzünlü öyküsünü 1980’lere kadar getirmiş yazarımız. Ama bu romanın bir devamı olmalı ve Elif’in neler yaşadığını öğrenmeliyiz.
Yazarın blogundan da alışık olduğumuz dili bu kez bize uzun bir hayat öyküsü sunuyor. Taşrada, kırsalda, köyde geçen bir roman bu. Zamanla küçük büyük şehirler de girse romana genelde bir köy romanı diyebiliriz.

Köy yaşamının incelikleri ve biz büyük şehir insanlarının hiç alışık olmadığı bir dil var anlatıda. Yerel köy dili. Ancak çok sevilesi ve tatlı bir dil bu. Neyin ne olduğunu nette sözlüklerden buluyoruz. Sanırım yazarımızın iş gereği köylerde olmasından geliyor bu dil.
Otobiyografik içeriği olan bu hüzünlü anlatıda yazar köylük yerde parçalanmış bir ailenin dramatik yaşamını gösteriyor bize. Ve geleneklerin kadın üzerindeki baskısını. Kırsal alanda boşanmanın daha zor olduğunu da anlıyoruz.
Romandaki Zeynep ve Elif özellikle acılı kadınlar ve onların yaşamı destansı. Ailelerin parçalanması kadınlar üzerinde daha olumsuz etki yapıyor ve hayatlara yazık oluyor. İyi niyetli cahillik var hep karakterlerde.
Hanife Mert arkadaşımızdan müthiş bir ilk roman bu. Büyük şehir insanlarının sahte hayatlarından sonra bu roman çok gerçek geliyor bize ve mutlu ediyor. Böyle bir hüznü seviyoruz.
Not:4/4
Hanife arkadaşımızın blogu
http://yaren33.blogspot.com.tr/
Youtube’da Hanife arkadaşımız
https://www.youtube.com/watch?v=hbqUGFUJh1I

14 Mayıs 2015 Perşembe

Bir Yere Varmak İçin Önce Kendine Uğramalı İnsan...

Hani bazen hayat üzerimize  çöreklenir de,  nefes alamaz hale geliriz ya...! Her şey üst üste gelmiş, iç dünyamızda tarif edemediğimiz  sıkıntılar, hüzünler yaşarız. Hani dokunsalar ağlayacak gibi oluruz ya bazen. İçimizden hiç bir şey yapmak gelmez. Kendimizi çaresiz, mücadelesiz, onca kalabalığın içinde yapayalnız hissederiz... Her şeyi olduğu gibi bırakıp kaçmak isteriz hani.Tanıyanı bileni olmayan bir yere kaçıp gizlenmek isteriz, kendimizden kaçmak...
 İnsan kendinden kaçabilir mi? Nereye giderse gitsin kendini geçmişiyle birlikte  götürür gittiği yere. Geçmişini  bir sırt çantası gibi taşır omzunda. Hal böyle iken, insan kendinden kaçıp yine kendine gitmiş olmaz mı? Zira insanın bindiği gemi de vardığı liman da kendi yüreğinde demirlidir.
    Yeni yakın zamanda nette A. Tolga Akpınar'a ait olan bir söz okudum. O şöyle diyordu;“ Bir yere varmak için önce kendine uğramalı insan…İnsanın gideceği bütün yollar kendinden geçer”... Bu söz benim de yazımın konusunu oluşturdu.
   Yine benzer şekilde, Can Yücel "Gitmek" isimli şiirinde bakın ne güzel ifade etmiş; 
  “Bu günlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok. 
Kiminle konuşsam ayni şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.
Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her şeyi, herkesi götürdün demektir. 
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan..." 
      İnsanın bu denli kendinden uzaklaşmak isteği, onun yaşadığı ortamda sürüklendiği algı yanılsamasının bir sonucu olsa gerek. Ruhun kendisine yabancılaşması, kendisini tanıyamaması da denebilir bu duyguya... Bireyleri bu çıkmaza sürükleyen neden, yaşadığı  toplumun dayattığı yaşam tarzı... Ve akabinde oluşan duygu birikiminin insan ruhunda oluşturduğu olumsuz etkinin bir sonucudur. Bu da  insanı yalnızlaştıran sebebin başında gelmektedir.... 
 Kendine ulaşamamış, kendini bulamamış, kendini tanıyamamış her insan yalnızdır. Ve bu durum onu mutsuz etse de, birilerinden bekler yalnızlıktan kurtulmayı. O bilemez tanımadığı bir "BEN" le nasıl baş edeceğini. Zira inmemiştir bir gün bile kendi derinine, yüreğine,vicdanının ona neler fısıldadığını duymamıştır. Bu günü de kurtardık mantığı, doğruyu ben biliyorum ego tatmini ile iyi taraflarını el üstünde tutmuş, eksi, yanlış olan ne varsa görmezden gelmiştir, itelemiştir kendinden öteye... 
  İnsan yaratılış itibariyle en güzel şekilde kusursuz olarak yaratılmıştır. Dünya hayatı ile baş edebilmesi için gerekli olan her şey onda mevcuttur. Bu gerçeği Yüce Allah,"Biz insanı en güzel biçimde yarattık" Tin suresi 4. ayette bildirmiştir. O kendini tanıma zahmetinde bulunmadığı için sahip olduğu cevherin de, farkında olmadan yaşar.  
  İnsanın hayatın getirdiği her türlü iyi ya da kötü günler karşısında yaşama sevincini koruyabilmesi, onun sağlıklı bir ruh yapısına bağlıdır. Sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilmesi için, insanın önce kendi iç dünyasına yönelmesi gerekmektedir. Tıpkı Gönül Ustası Mevlana'nın "içindeki kapıyı çal; başka kapıyı değil.” sözünde ifade ettiği gibi önce kendi içine yönelmeli... 
Benzer durumu sevgi ve hoşgörünün timsali Yunus Emre de;  "İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır..."
dizlerinde anlatmıştır. 
 Kendini bildikçe, kendine yaklaştıkça insan, yalnızlığından arınır. Kendini tanıdıkça, önünü aydınlatır, başkalarını da anlar. Ayakları yere sağlam basar. Kendini bildikçe çoğalır. Kendini sevdikçe sevgiyi dilenmez, zaten o sevgi olur. Kendine baktıkça yalnızlığından kurtulur. Kalabalıklaşır ve var olur. Kendini bildikçe hakkı bilir.Kendini bildikçe haddini bilir...
  İnsanın kendi iç dünyasına yönelmesi onu dış dünyadan soyutlamaz, tam tersi tamamen yaratılan tüm varlıklara yaklaştırır. Çünkü kendini doğru tanıyan kişi, bütün varlıkların anlamı ve amacı konusunda derinlikli bir bakış açısına sahip olur. Bu açıdan bakınca, insan kendi dahil yaratılan her şeyin ortak bir gaye için tek bir yaratıcı tarafından yaratıldığını bilir. Yunus'un "yaratılanı severim, Yaradandan ötürü" sözü gibi, yaratılan her şeye karşı sevgi ve merhametle yaklaşır.

Muhabbetle,
Hanife Mert

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kültürümüzde Hıdrellez


Hızır ve İlyas (a.s)'ın her bahar başlangıcında buluştuklarına inanılan milâdi 6 Mayıs, Rumî 23 Nisan'a rastlayan güne verilen isimdir Hıdrellez. Söz konusu günde Hızır ve İlyas (a.s) buluşarak sohbet ederler ve bu günlerde vakitlerini Allah yolunda olmanın ve birlikteliklerinin verdiği sevinçle kuvvet bulurlarmış. Hızır (a.s)'ın Allah'ın lütfu ile dolaştığı yerde yeşillikler çıkar ve çorak yerler çiçeklere bezenirmiş. İşte bu olaya dayanarak, halk zamanla bu günlerde buluşup Hızır ve İlyas (a.s) ın geleneğini sürdürmek amacıyla özel anma ve dua günleri tertip eder olmuşlar. Günümüzde kullanılan anlamı ise; İnsanların kıştan kurutuluşlarının bir işareti ve bahar güneşinden faydalanma, piknik yapma, stres atma, eğlenme, nişan, düğün, sünnet törenleri tertip etme, uğursuzlukları giderme, adak adama, dilekte bulunma gibi düşünceleri gerçekleştirme amacıyla gelenekselleşen bir "bahar bayramı"inancı haline gelmiştir.
  Halk arasında, zamanla Hızır'da darda kalanlara yardımcı olma, bereket getirme ve gelecekte dilekleri gerçekleştirme vasıflarını görmek inancı yerleşmiştir. Geceden gül dallarına gümüş kuruşlar, çeyrekler, kırmızı bezler bağlanır, gül dibine genç kızlar yüzük atar, mani söyler, içki sofraları hazırlanır, davullar eşliğinde oyunlar oynanır, su kenarlarında, yeşilliklerde eğlenilir, ateşten atlanılırsa ev sahibi olacağına inanılır; öküzü arabaya koşmama... gibi inançlara rastlanmaktadır.
  Sevgili Tülay Gürdal Hanımefendi bloğunda ünlü Sümerolog, Muazzez İlmiye Çığ ile yaptığı sohbeti paylaşmış. Ben de bu sohbeti bloğumda paylaşarak “Hıdrellez” konusunu yetkili ağızdan sunmak istedim.
 T.G: Hıdrellez Hakkında bilgi verir misiniz?                                                                         

 
M.İ.Ç: Anadolu'da yeniden doğuş Hıdrellez Bayramı
Anadolu'da halk, 6 Mayıs'ta yiyecekleriyle kırlara giderek Hıdrellez bayramını kutlar. Bu konuda çeşitli söylentiler var. Hıdrellez, Hızır ve İlyas adlarının birleşmesinden türetilmiş. Hızır-Hıdır hayat suyu içerek ebedi hayatı bulmuş bir kimse. Tanrı tarafından Müslümanlığı korumakla görevlendirilmiş. o istedi zaman, beklenmeyen bir zamanda insanlara yardım eden bir varlık. o geldiği yere bolluk ve bereket getiriyor. Etraf yeşilleniyor, ürün bol oluyor, hayvanlar çoğalıyor, cinsellik güçleniyor. İlyas onun kardeşi veya yakın arkadaşı. Her ikisi de ölümsüzlük kazanmış peygamberler. Hızır karaların, İlyas denizlerin koruyucusu.
  İnanışa göre onlar senede yalnızca bir kez, 6 Mayıs'ta birleşiyorlar. Bu birleşme ile ortalığa büyük bolluk, bereket geliyor. Halk da bu birleşmenin sevincini, kırlarda çeşitli eğlencelerle kutluyorlar. Bazı yörelerde bu eğlenceler bir yatır, bir türbe civarında veya mezarlık yakınında yapılıyor. Bazı yörelerde o gece insanlar, gül dibine, gelecek yıl için istediklerini bildiren simgeler koyuyorlar. Evlenmek isteyen kızlar bir çömlek içine yüzüklerini koyarak gül dibine bırakıyorlar...
  Dolayısıyla...
5 mayıs akşamı başlayarak 6 mayısa kadar devam eden ve Türk dünyasında kutlanan Hıdrellez Bayramı, Büyük halkımıza huzur, mutluluk ülkeme bolluk ve bereket getirmesi dileğimle...

Faydalanılan Kaynak: http://www.tulaygurdal.com/2015/05/hdrellezi-unutmadk.html

NOT: Araşatırdığım bazı sitelerde Hıdrellez’in bid’at olduğu İslâm'ın Tevhid bilinçliğinden uzak, sahte mitolojik dürtülerin ve şamanist kalıntıların uzantılarını yansıtan günümüz Hıdrellez anlayışıyla, Hıristiyan Saint Yortusunun paralelliği de göstermektedir ki İslâm dışı her şeye yakınlık duyma ama İslâm'ın gerçek kimliğine karşı çıkma düşüncesinin neticelerini gözler önüne sermektedir, denilmektedir...

Muhabbetle,

Hanife Mert

3 Mayıs 2015 Pazar

Kararan Umutlar


Karanlığa esir oldu umutlar,
Acımadan kıydı cana caniler.
Gözlerini kin ve nefret bürümüş,
Aldırmadan feryadına mazlumun,
Öfkeyle üzerlerine yürümüş.
Haksız cana kıyanın, 
Sonu olurmuş hüsran.
İnsan olan insana
Nasıl olur böyle düşman?
Ekildi yüreklere, kin nefret tohumu 
Kestirdi insanlığın, aydınlığa açılan yolunu
Geç olmadan çıkmalı zulüm deryasından
Saplanıp kalmadan cehalet batağında.
Aklını kullan ey insan!
Belirle artık yolunu
Buradan götürdüklerinle,
Hazırlarsın sonunu.

Muhabbetle
Hanife Mert

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...