18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale Zaferimizin 100. yılı Kutlu Olsun

Çanakkale zaferi; Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde; çelikleşmiş  bir millet iradesinin, vatan, millet, bayrak aşkının, hürriyet sevgisinin, eriyle, komutanıyla, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, kızıyla top yekün tek bir vücut halinde yazdığı şanlı bir yeniden dirilişin destanıdır. Türk milletinin bir yeniden diriliş mücadelesidir! Bu destan artık ömrünü tamamlamış bir çınardan yeni ve güçlü bir filizin doğmasıyla sonuçlanmıştır. 

Bu topraklar mertliğin, yiğitliğin, kardeşliğin, hakkın, hukukun, sabrın, insani duyguların yoğun yaşandığı zor şartlarda top yekün mücadelenin insanlık derslerinin verildiği örneklerle doludur.

Bu gün Çanakkale savaşının milletimiz için ne anlam ifade ettiği vatan, bayrak, din, devlet sevgisinin ve bağımsızlığın ne anlama geldiği, Çanakkale ruhunun özünün ne demek olduğu, milletimize özellikle genç nesillere ve bu ruh dan bihaber olanlara iyi anlatılmalı ve kavratılmalıdır...

Bu duygu ve düşüncelerle , cennet vatanımız ve kutsal değerlerimiz uğruna canlarını feda eden, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve aziz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun.

18 Mart Çanakkale Zaferinin 100. yılı kutlu olsun

Muhabbetle,
Hanife Mert

16 Mart 2015 Pazartesi

"DÜŞ BATIMI" İLE İLGİLİ OKUYUCU YORUMLARI


Bir yazarın en mutlu olduğu an sanırım ilk kitabının basılmış halini eline aldığı andır. Uzunca bir süre yayın evleri ile yapılan görüşmeler bazen bezginlik bazen umutsuzluk verse de sabırla şartların olgunlaşmasını bekledim. Uzun uğraşların, yoğun mücadelenin sonunda gece kitaplığı yayın evi ekibinin özverili çalışmaları sonucu kitabımı elime aldım. Gece kitaplığı yayın ekibine ayrı ayrı teşekkür ediyorum... Beni bundan daha fazla mutlu eden ise okuyucu yorumları. Her biri benim için çok özel bir o kadar da önemli. Her güne bir yorum adı altında sizlerle paylaşarak kitabın tanıtımına katkı sağlayacağını düşündüm.
İlk yorum, Milliyet Blog yazarlarından Sema Bekmez Hanımın;
--Kaleminiz gerçekten güçlü ve nedense bu kitap bana ilk roman gibi gelmiyor. Bir bölümünü daha önce okuduğum kitabın tamamını merakla ve keyifle okumak için sabırsızlanıyorum. Çok çok tebrikler. İsmi de, kapağı da çok güzel olmuş. Başarılarınızın devam etmesi dileğiyle, sevgiyle kalın.
Sema Bekmez 05.02.2015 12:33
  Sema Hanımın kitabı okuduktan sonraki yorumu;
-- Kitabınız elime geçti ve okumaya başladığım anda hemen beni sardı. Bugün 171.sayfada durup, bir nefes alıp yeniden yorum yazma ihtiyacı duydum. Anadolu’nun bağrındaki bir köyde yaşayan insanların genciyle, yaşlısıyla yaşam biçimlerini, geleneklerini, göreneklerini ve hissettikleri duyguları böylesine güzel aktarabilen bir romanla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Tasvirler çok güzel. Kitap okuru alıp başka bir diyara götürüyor ve sanki o insanlarla beraber yaşıyormuş, onlarla aynı havayı soluyormuş gibi hissettiriyor. Devamında farklı olaylar ve mekânlar olacak galiba ama merakım hiç eksilmeden devam ediyor. Duygu ve hüzünle dolu karmaşık hislerle okumayı sürdürmeden önce yeniden yorum yazmak istedim. Tekrar tebrikler. Harika bir roman gerçekten…
Sema Bekmez 15.02.2015 12:43


Sema Bekmez Hanım; Aşk ve Kibir, Ayrılık Oyunu, uzaklarda Üç Mevsim, Ay Işığında Uçurum, Denizin Rengi gibi eselere imza atmış usta bir kalem, değerli yazarlarımızdandır... Eserleri muhteşemdir... Ayrıca 2 gün önce; "iddia uğruna aşk" isimli kitabı da çıktı.

Sema Hanıma çok teşekkür ediyor başarılarının devamını diliyorum...


Muhabbetle,
Hanife Mert

12 Mart 2015 Perşembe

İstiklal Marşımızın Kabulünün 94. Yılı Kutlu Olsun


İstiklal Marşımız bağımsızlığımızın, dimdik ayakta var oluşumuzun sembolüdür. Bu sembol yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerini yaşadığı dönemde oluşmuştur. Binbir olay karşısında bunalmış ruhların acı içinde halas anlarını beklediği bir anda yazılan bu marş aynı zamanda, o günlerden bizlere yansıyan, yokluk içinde yok olmuş bir milletin küllerinden var olma mücadelesinin aktarıldığı, o günlerin değerli bir anısıdır.
  Artık saldırgan düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı alevlendirecek, vatan sevgisini ve inancını canlı tutacak bir marşa ihtiyaç olduğu düşüncesi, Genel Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa dan geldi. İsmet İnönü böyle bir marşın Fransız ordusunda mevcut olduğunu ve bizim ordumuz için de faydalı olacağını Milli Eğitim Bakanlığına iletti. Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyip bir yarışma düzenledi. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecekti. Yarışma için 734 şiir gönderildi. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip 6 tanesi ayrıldı. Ama hiçbiri beğenilmedi; marş olacak değerde bulunmadı. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenildi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını istedi.
  Hasan Basri Bey bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
‘‘Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman, elime bir kağıt parçası alarak, onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
- Ne yazıyorsun?
- Marş…İstiklal Marşı yazıyorum.
- Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? İçinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
- Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.
- Ya, o halde yazalım.
İşte böylece yazılmaya başlanan ve 48 saatte bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının seçici kuruluna sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderdi. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını istedi. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştı. Bundan sonraki iş, İstiklal Marşı’nın T.B.M.M’ne getirip kabul ettirmekti. Marş, ilkin Meclis’in 1 Mart 1921 günü yaptığı ikinci oturumunda ele alındı. Başkan Mustafa Kemal’in söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okudu ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyledi. O gün oylama yapılmadı. Şiirle ilgili konuşmalar ve oylama, Meclis’in 12 Mart 1921 günü öğleden sonraki oturumunda yapıldı. Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görülüp karara bağlanmasını istediler. Uzunca tartışmalardan sonra, şiirin kabulü için verilen 6 önerge benimsendi ve İstiklal Marşı çoğunlukla kabul edildi.
ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRMASIN
Mehmet Âkif'in rahatsız bulunduğu, Alemdağı'nda son günlerde içlerinde Târık Us'un da bulunduğu bir grup üstadın ziyaretine gitmişler, Mehmed Âkif bitkin bir hâlde yatağında yatıyordu. Konuşma esnasında söz İstiklâl Marşı'na intikâl ettirilmiş, gelen ziyaretçilerden biri:
— Acaba İstiklâl Marşı yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? Demiş bu söz üzerine yatağında bitkin bir hâlde yatmakta olan Akif; birdenbire başını kaldırmış ve ona:
— Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın!
O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Allah, bir daha bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın
Evet:
— Allah bir daha bu memleketin, bu milletin istiklâlini tehlikeye düşürmesin! Bir daha onu istiklâl Marşı yazmaya mecbur etmesin, sözüyle ziyaretçileri susturmuş, o büyük insanın ne demek istediği herkes tarafından anlaşılmıştı.
  Milletçe aynı kararlılıkla, İstiklal Marşımızda en güzel ifadesini bulan ortak değerler ve amaçlar etrafında birleşerek, daha iyi, daha mureffeh bir gelecek için azimle, inançla çalışmaya devam edeceğiz. Bugün hepimize düşen en büyük görev, geçmişte gösterilen çabaların anlam ve öneminin bilincine vararak, atalarımızın emaneti olan yurt topraklarına sahip çıkmak, Cumhuriyetimizi sonsuza değin yaşatmaktır.
 İstiklâl Marşımızın TBMM tarafından milli marş olarak kabul edilişinin 94. Yıldönümü kutlu olsun. Bu vesileyle başta Büyük Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’nın tüm kahramanlarını ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmet ve minnetle anıyoruz." Ruhları şad olsun.

Muhabbetle
Hanife Mert

9 Mart 2015 Pazartesi

Hayatın içinden satır araları (Kadın...!)

Bir süredir bloğumdan uzak kaldım. Bu süreçte ne yazabildim ne de  siz değerli blog dostlarımın yazılarını okuyup yorum yapabildim. Aslına bakarsanız bu hal yeni değil. Zira zaman zaman benzer serzenişlerimi paylaştım. Sebebine gelince; kısmen özel ancak temelde genel... 
 Bazı özel uğraşlar ve  mevsimsel hastalıkların yanında Şubat başlarında piyasaya çıkan ve duyurusunu sayfamda da paylaştığım "Düş Batımı" isimli kitabımın heyecanı da etkenlerdendi... 
  İnsan hayatı tek düze değil. Kimi zaman sevinç, kimi zaman hüzün, kimi zaman tatlı heyecanlar yaşadığı gibi, vicdanını sızlatacak, canını acıtacak, hatta kanını donduracak kadar üzüntü, öfke yaşaması da muhtemel... Zira son dönemlerde toplum olarak yaşadıklarımız herkesçe malum. Yaşanan vahşetler, şiddetler, zulümler, ölümler çok fazla konuşuldu, yazıldı, çizildi, kızıldı. Sonuç...? Sonuç yine hüsran...! Yazıldı çizildi konuşuldu konuşulmasına da, her zamanki gibi ateş düştüğü yerde kaldı ve sadece orayı yaktı. Vahşeti, şiddeti, zulmü işleyenlere hak ettikleri ceza verilmedi. İşte, cezaların caydırıcı özelliğinin olmayışı, hakimlerimizin suç işleyenlere karşı insiyatifli kararları, medyanın olayları tüm çıplaklığı ile sansürsüz sunması gibi bir çok nedenler hasta ruhlu insanların çirkin vahşi canice düşüncelerini harekete geçirterek ellerine geçen ilk fırsatta uygulamaya geçmesine neden oluyordu kanımca...! 
    Pazar günü 8 Mart dünya kadınlar günü idi... Bu ifade ne kadar samimiyetsiz geliyor kulağa, sizce de öyle değil mi? Neredeyse her gün her yerde şiddete maruz kalan taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen yetmedi kesilen yakılan, bıçaklanan, horlanan, aşağılanan, dışlanan hayatının  baharında hayatına son verilen kadınların durumları ortada iken, ne kutlaması diyesi geliyor insanın.
   "Kadın" içi öyle dolu bir kelime ki... Özünde koskoca bir dünyayı barındırıyor... Kadın!  insan olmanın en temel unsuru, varlığın olmazsa olmazı. En güzel şekilde yaratılmıştır.En büyük dertlerin dertlisi, çilelerin çilelisi, en büyük mutlulukların ardında ki sırdır. O anadır, bacıdır, eştir, yardir, yarendir. Lakin var oluşundan bu yana, hak ettiği yere hiç bir zaman konamayan, hep zarar gören ama kimseye zarar veremeyen kişidir. Çilekeştir. Zillete düşendir. Bir kenara itilen, canı çıkana kadar dövülendir. Her kabağın başına patladığı yazgısı kara talihsizlerin talihsizidir.
Ülkemizdeki kadınlar öldürülüyor. Kimi sokak ortasında, kimi çocuklarının gözleri önünde kurşunlar boşaltıyor bedenine, kimi bıçaklanıyor, kimi de ıssız bir köşede işkence edilerek, yakılarak öldürülüyor…
 Kimi töreyi gerekçe gösteriyor, kimi kıskançlığı, parasızlığı, kimi stresi, kimi de namusu. Kimi ayrılmak istemiyor, kimi boşanmak.. Kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor...
  Oysa kadın narin yaratılışlıdır.. O bir çiçektir. Hoyratça kullanmaya gelmez.”Kadın erkeğin gelincik çiçeğidir” diyor Sevgili Peygamberimiz (sav). Gelincik Çiçeği, dalından koparıldığında bir kaç dakika içinde parlaklığını, canlılığını, güzelliğini yitirir.. En küçük hoyrat muamele ve sarsıntıda yara alıp zedelenir.. Peygamberimiz (sav) kadını işte bu çiçeğe benzetmekte.. Yine bir hadisinde " erkeğin en hayırlısı kadınına en iyi davranandır" buyurarak erkekleri kadınlara karşı iyi davranmaya davet etmektedir...


Kadına şiddetin son bulduğu, onun hakkettiği saygın yere ulaştığı günleri görmek dileğimle...

Muhabbetle,
Hanife Mert

4 Şubat 2015 Çarşamba

"Düş Batımı" Kitabım Çıktı!!!



                                                            
Sevgi emektir, umuttur, sabırdır. Hiç yılmadan yorulmadan bıkmadan sürdürülen bir mücadeledir. İnsan sevdiğinin nazına kahrına tahammül gösterir. İşte, Kasım 2012 yılında "Anasız Oğlak" ismi ile yazmaya başladığım,daha sonra "Düş Batımı" olarak değiştirdiğim romanım benim için bir emeğin, umudun, sabrın ve uzun bir mücadelenin ürünüdür. Yazma süreci sıkıntısız geçti. Ancak yayınlatma süreci iyiden iyiye yıprattı. Kitabını yayınlatan arkadaşlarım bu süreci iyi bilir.  Kitap yayınlatmadan önce iyi bir  araştırma yapmak ve bu konuda uzmanlaşmış kimselerden yardım alınması gerektiğini düşünüyorum. 
 Kimi zaman umutsuzluğa düştüğüm, kimi zaman vaz geçme isteği ile karşı karşıya geldiğim kitabım sonunda basıldı. Bir iki güne kadar okuyucularıyla buluşacaktır.
  

 Kitabımın türü otobiyografik roman.Kendi hayat hikayemden kesitler halinde kaleme aldığım “Düş Batımı” isimli bu ilk romanımda ataerkil bir yapıya sahip olan Türk toplumunun temel taşı olan aile ve aile içi sorunların yoğun yaşandığı, boşanmaların hızla arttığı günümüzde, yıkılan yuvaların eşler, çocuklar ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini, çocukların psikolojisi üzerinde ki etkisini ve dolayısyla bu sorunların toplum hayatına olan olumsuz etkilerine roman havası içerisnde, roman kahramanları aracılığı ile mesajlar vermeye çalıştım… Ekonomik gücünü kazanamamış, sosyal güvencesi olmayan, küçük yaşta evlendirilen kadınların durumlarına kent ve kırsal kesim ayırımı yapmadan “ kadın” ve “aile” gözü ile bakarak onların sesiz çığlıklarına bir nebze ses olabilmeyi düşledim. Bu sorunların çocuk ve gençler üzerindeki olumsuz etkilerine de dikkat çekmeye çalıştım. Ayrıca olayın bir bölümünün köyde geçmesi hasebiyle okuyucuyu özellikle çocukluğu köyde geçen okuyucuları tasfirler ve betimlemelerle çocukluğu ile buluşturmayı amaçladım

Özetle, okuyan herkesin kendinden bir şey bulacağı ya da bazı bölümlerde kendini bulacağı bir kitap...

Ne demişler sabreden derviş muradına erermiş. Onca mücadelenin sonunda karşılığını almış olmak, çekilenleri bir çırpıda yok ediveriyor.

Keyifli okumalar...

Muhabbetle,
Hanife MERT


10 Ocak 2015 Cumartesi

Boş konuşma hoş konuş!


Toplum olarak konuşmayı sohbet etmeyi severiz. Severiz sevmesine de bir de dinlemeyi, konuşulanı anlamayı, anladığımızı idrak etmeyi öğrenebilsek diyorum. Bu aşamada bir çok sorunların da üstesinden kolaylıkla gelmiş olacağız. Ama nerede...?  Dinlemeye sabrımız yok. Buna karşın konuşmaya mecalimiz hep var.Yerli yersiz gerekli gereksiz hep konuşuyoruz. Hani ağzı olan konuşuyor derlerdi ya... 
Konuşabilme yeteneği, insana yaratılışıyla birlikte verilmiş ve onu diğer canlılara üstün kılmış en önemli özelliklerinden biridir. İnsan elbette konuşacak. Zira konuşarak kendini ifade eder. Kişiliğini bu şekilde ortaya koyar. Çünkü, kişiliği konuşmasında gizlidir. Bu demek değildir ki hep konuş ve boş konuş... Yeri gelmişken geçen gün yaşadığımız bir olayı paylaşmak istiyorum. Kızım bu yıl üniversite sınavına girecek. Dershanesi ile küçük bir sorun yaşadık. Aslına bakarsanız küçük gibi görünse de ciddi bir sorun. Kızım derste dersi kaynatmaya çalışan öğrenciler sebebiyle ders işlenemediğini ve işlense de anlamadığı ile ilgili şikayetini ders öğretmenine, rehber öğretmenine bildirmesine rağmen bir sonuç alamadı. Durumu bize de aktardı. Birlikte dershane müdürüyle görüşmek için gittik. Kızım daha şikayetini tam olarak söyleyememişti ki, müdür açtı ağzını yumdu gözünü sürekli konuşuyor, bizi susturmaya çalışıyordu. Bizden başka şikayet eden kimse olmadığını koskoca dershanede bir tek bizim şikayetçi olduğumuzu söyledi. Bu millet hakkını aramamaya sindirilmeye öyle alıştırıldı ki, bu durum da yöneticilerin işine geliyordu tabi...Kızım diğer arkadaşlarının da şikayetçi olduğunu, ancak bunu söylemekten çekindiğini açık yüreklilikle ifade etti. Bu anlamda kızımla gurur duydum. Zira biz çocuklarımıza, doğru ve dürüst olmalarını ve haksızlık karşısında sessiz kalmamalarını öğütleyerek büyüttük... 
 Sonuç olarak her ne kadar dershane müdürü bizim sesimizi bastırsa da, bu konuyla ilgileneceğini söyleyerek bizi yolcu etti... Bu aşamadan sonra dershane müdürü şikayetimizi dikkate alır mı? Alırsa ne kadar başarı olur, orasını bilmem ancak bildiğim bir şey var ki, haklıysan korkmadan sonuna kadar hakkını aramalısın. 
 1980 ve öncesi  genç olanlar iyi bilir. Çocukların büyükleri karşısında çok konuşması pek iyi karşılanmazdı. Zira"iki dinle bir konuş", "sana sorarlarsa söz verilirse konuş" Konuşacaksan da dilin doğruya hakka susmasın. Zira "haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" gibi öğütler verilirdi... Böyle bir kültürün, medeniyetin varisleri olan bizler, özellikle son dönemlerde yaşadığımız onca haksızlıklara, olumsuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, yoksulluklara, yoksunluklara, zulümlere sessiz kaldık. Asıl konuşulması gereken yerde sesimiz soluğumuz çıkmaz oldu...
  Bana dokunmasınlar da, işime aşıma, kurduğum düzene zarar gelmesin de... Bana değmeyen yılan bin yaşasın gibi felsefelerle kabuklarımıza çekildik. Bireysel çıkarlarımız her daim toplumsal çıkarlarımızın önüne geçti. Bu durum karşısında susan ağzımız, göz göre göre insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın programlarını, yarışma programlarını, Türk aile yapısı ile uzaktan yakından alakası olmayan evlilik programlarını, dizileri, kime ne yakışır gibi anlamsız faydasız programları ve gazetelerin magazin sayfalarını konuştu. Bu programlar vaktimizi ve zihnimizi meşgul etti. 
Pusu kurularak kalleşçe şehit edilen Mehmetçiklerimize, polisimize, gerekli önlemlerin alınmadığı için yöneticilerin kazanma hırsı sebebiyle onca toprağa verdiğimiz maden işçilerimiz, neredeyse her gün şiddete uğrayarak canından olan kadınlarımız, kumpas kurularak hapse atılan askerlerimiz ve komutanlarımızın durumları, yetim hakkı yiyenlerin, haksızlık, yolsuzluk yapanların, adaleti kişiye göre işletenlerin durumu, milli ve manevi değerlerimize yapılan haince saldırılar, dışarıda aç ve perişan durumda olanların durumları yukarıda saydıklarım kadar insanımızın zihnini meşgul etmedi...

Okumaktan, düşünmekten, bilgi üretmekten anlamaktan uzak geçen, geri gelmesi imkansız olan haybeye geçen günler... Aydınlığın önünü kesen, keşkelerle örülmüş kara bir duvar gibi karanlık dikilince, kaçacak sığınacak bir bahane fayda vermez olur... 

 Zalimin zulmünün susturulduğu, hakkın, doğrunun, sevginin, barışın, kardeşliğin,özgürlüğün konuşturulduğu bir dünyada yaşamak dileğiyle...

Muhabbetle,
Hanife Mert



2 Ocak 2015 Cuma

Mevlit Kandiliniz Hayırlara Vesile olsun...

"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Âl-i İmrân, 164)

Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (S.a.v)'nın dünyaya teşriflerinin müjdesi olan mevlid kandilinin; Milletimiz ve tüm İslam alemine huzur, barış, adalet, sevgi, merhamet, şefkat, hoş görü, güzel ahlak, edep, haya, saygı, onur, kardeşlik, merhamet,ilim, bilim, çağdaş makul ve mantıklı düşünce kazandırmasına ve tüm insanlık alemine de hayırlara vesile olmasını diliyorum.


Kandiliniz kutlu olsun.

Hanife Mert

Halimiz Ortada

  Dün, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım aradı beni. Görüşmememizin özel bir nedeni yok. Hayat gailesi işte... Kendimizi öylesine kap...