29 Ekim 2014 Çarşamba

Yine Şaha Kalkar Bu Millet!!



Atatürk derin derin düşünürken İnönü’ye bakıyor, “bunca senelik dostumsun, cephelerde çarpıştık, zorluklarla mucadele ettik, yılmadık ama bana bugüne kadar karşılaştığın en zor şey nedir diye hiç sormadın Paşa” diyor. "Haklısınız" diyor İnönü, hafif bir tebessümle, "gerçekten, neydi karşılaştığınız en büyük zorluk?"
Gülümseme sırası o çakmak gözlü güzel insandadır, “uyandırmak Paşa” diyor.
“Türk halkını uyandırmaktı en zor olan!"
"Haklısınız" diyor İnönü.
Atatürk devam ediyor, “pekiyi ondan daha da zor olan neydi bilir misin?” diye soruyor.
Şaşırıyor İnönü. "Türk halkını uyandırmaktan daha zor olan nedir ki?" diyor.
Yine gülümseyen Atatürk, “uyandıktan sonra şaha kalkan Türk halkını durdurmak Paşa!” diyor. (Alıntı)
   Üzerimizde kara bulutların dolaştığı şu günlerde , milli değerlerimize çirkince saygısızca yapılan saldırılara tepki vermeden izleyen bu millet maalesef uyumaya devam etmekte... Bayrağının indirilmesi, yakılması, Atatürk heykellerine büstlerine yapılan saygısızlıklara, insanların gözü önünde şehit edilen Mehmetçiklerimize, taşlanan askerlerimizin kalkanların ardına saklanmasına, güvenlik güçlerimize çirkince ithamlarda bulunulmasına, hukukun adaletin üstünlüğünün neredeyse yok sayıldığı, milliyetçiliğimizin ayaklar altına alınışına, yol geçen hanı olan sınırlarımıza, özelleştirme adına satılan değerlerimiz ve yaşanan  pek çok üzücü olaylara karşı duyarsız, sessiz ve tepkisiz kalan; Atamızın işaret ettiği bu Millet mi? diye sorası geliyor insanın...
  Üzerinde yaşadığımız bu vatan, bağımsızlığımızın simgesi ay yıldızlı bu bayrağımız ve Cumhuriyetimiz kolay kazanılmadı. Her birimizin atası, dedesi adı bile duyulmamış cepheleri kanlarıyla sulamıştır.
Çoğunun mezar taşı dahi yoktur hatta şehit düştüğü yer bile bilinmez...
Hal böyle iken, Türk Milletinin yüzyıllar boyunca, özgürlük ve bağımsızlığı uğruna çektiği acıların ve top yekün verdiği mücadelenin sonucunda kazandığı zaferin bir ürünüdür Cumhuriyet. 29 Ekim 1923 yılında ona en uygun olan, ona yakışan yaraşan bir yönetim biçimi olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Cumhuriyet bir yaşam biçimidir. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmada bir köprüdür. O bir Fazilettir, erdemdir, bağımsızlıktır. Atamızın bize armağanı, gözümüz gibi sahipleneceğimiz bir emanettir.
  

   Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu mesuliyeti bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır. Bu Millet üzerine düşen bu sorumluluğun bilinci ile gerektiğinde yine şaha kalkacak ve gereğini yapacaktır...

Bu vesileyle Cumhuriyeti kurarak bize özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı hediye eden, başta Gazi Mustafa kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile, canını, malını, varlığını bu vatana feda eden tüm şehit ve gazilerimizi minnet ve şükranla anıyoruz.

Cumhuriyet Bayramımızın 91. yılı hepimize kutlu olsun.

Muhabbetle,
Hanife MERT

3 Ekim 2014 Cuma

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun...


Bayramlar bireylerin toplum olarak bir arada yaşamasına olanak sağlayan, onlara paylaşmayı, yardımlaşmayı, saygı duymayı, sevmeyi, şefkat ve merhametli olmayı sağlayan manevi harçlarımızdır. Bu harcı her yıl bir üst seviyeye çıkarmamız gerekirken, çıkarmak şöyle dursun onları her defasında gözardı etmekten çekinmedik. Bayramları bayram tadında yaşamaktan uzaklaştık. 
Aile fertlerinin yılda iki kez de olsa bir araya gelmesini, sevgiyle kucaklaşmasını sağlayan bayramları, tatil niyetine kullanıp, büyüklerimizden uzaklara kaçıyoruz. Bir “el öpmek”ten bile kaçınır olduk. Sonra da sevgiye ve saygıya hasret,  yabancı bir toplum haline geldik… Bayramlaşmak tek kişiyle yapılacak bir eylem değildir. Birbirimizle, her birimizle ayrı ayrı bayramlaşarak, onun hazzını yaşayarak gerçekleştirilecek bir ibadettir. Bizler bu paylaşımdan tamamen uzak kendi halimizde kendi derdimizde telaşımızda etrafımızdan uzak yapayalnız kaldık.

Klışeleşmiş bir söz vardır, hani hepimizin geçmişe olan özlemini ifade etmek için kullanırız. ”Nerede o eski bayramlar” cümlesi ile başlayan; her birimizin hayalinde farklı anıları çağrıştıran bir söz. Biz bu özlemi dile getirirken, hiç birimiz eski bayramları bayram yapan o dönemlerde yaşayan insanımızın kültürel, milli ve manevi değerlere olan bağlığını sorgulamayız.. Elbette eski bayramlar çok güzeldi, çok heyecan vericiydi. Bayramdan bayrama alınan bayramlık elbiselerimizi başucumuzda saklar, heyecanla sabahın olmasını beklerdik. Annelerimizin babalarımızın gözünde hissederdik o heyecanı o telaşı... Özellikle arefe günlerinde kıyasıya bir hazırlık yapılırdı. Onların heyecanı telaşı herkese her yere yansırdı.  Çünkü o güzel insanların güzel düşünceleri ve güzel zihniyetleri ile güzelleşirdi eski bayramlar... İnsanların düşünce ve hayat felsefeleri değiştikçe bayramların da ifade ettiği anlam değişime uğradı.
Bayramları bayram yapan örf ve adetlerimiz, aile sevgi ve bağlılığımız, konu komşu düşüncelerimiz ve en önemlisi dini emirleri göz ardı etmememiz iken şimdi her şeye bir cevap bularak geçiştiriyoruz. Kurban kesmeyi hayvan eziyeti olarak görmek yada derin dondurucuları etle doldurup 6 ay o eti yemek marifetmiş gibi, el öpme yerine mutat cep mesajlarından atma, cafelerde oturma, tatile kaçma olarak algılıyoruz. Her şeyi unuttuğumuz gibi bayram keyfini, sıcaklığını, samimiyetini, ruhani değerlerini unutup, geleceğe aktarmayı ihmal edip sonrada ''nerdeee o eski bayramlar'' diye yakınıyoruz. Kabahat kimde hızla koşan zamanda mı, o koşan zamanı yakalayacağım derken eldeki kuşu uçuran bizde mi?
Dileğim odur ki; her şeye rağmen bayramlarımızın özlemini çektiğimiz eski bayramların tadında, sevincinde yaşanması, küsleri barıştıran, insanları kaynaştıran, açları doyuran, savaşları sonlandıran, çocukları sevindiren, ülkeme, milletime tüm İslam ve insanlık alemine barış, sevgi, saygı, kardeşlik, güven, adalet, huzur ve mutluluğu hakim kılan bir dünyada bayramı yaşamak...

Bayramlarınız bayram tadında geçsin...


Muhabbetle
Hanife Mert

23 Eylül 2014 Salı

Sade Ve Derin Kitap Tanıtımı...


 Kendine özgü üslubu, Sade ve Derin bir  hayat felsefesi ile  kendini sevdirmiş değerli blog arkadaşım Deep Tonenun; İkinci Adam  Yayınları Kasım 2013 baskısı,  sanırım Ocak 2014 te yayınlanan kitabını aldım okudum. Ancak o dönemlerde özel nedenlerden dolayı bloğuma sık giremediğim için, kendisine kitabını aldığımı okuyunca düşüncemi paylaşacağımı söylememe rağmen, özür dileyerek söz konusu özel nedenlerden dolayı paylaşamadım. Ancak geç de olsa hem sözümü yerine getirmek  ve hem de aradan geçen zaman zarfında  unutmuş olan, alamamış okuyamamış olanlar için  paylaşmak istiyorum. Sevgili Deep bloğunda paylaştığı deneme, sanat, aşk, yaşam, gelişim, tarih ve en önemlisi de "İnsanı" anlatan tanımlayan kategorilerden oluşan yazılarını bir kitapta toplayarak okuyucuya sunmuştur. Gelecekteki başarısına ilk adım olarak gördüğüm bu eserinin hayırlı olmasını ve başarılarının artarak devam etmesini diliyorum.


Kitap 8 kategoriden oluşmuş; Sanat, Aşk, İnsan, Yaşam, Gelişim,Mevsimler, Tarih ve Denemeler. Sonra bu kategorilere giren yazılarını detaylı olarak paylaşmış. Altını çizdiğim bölümlerden bir kuple paylaşmak istiyorum. "Sanat paranın, çıkarın egonun en büyük düşmanıdır..." "Aşk ve sanat, dünyanın kötülüklerine karşı en güçlü iki kalkan." ..." Biz ruh bütünlüğü için uğraşırken de bir bakmışız hayata dokunamıyoruz, dokunmadan yaşıyoruz hayat. Hayatta bize dokunmuyor o zaman." ..."İlgi ile bilgi, merak ile yetenek çok farklı kavramlar. Ve tarihçinin de müzisyenin de iyisi samimi olanı"...
Benden bu kadar sanırım bir hayli merak uyandırdım... Keyifle okunacak bir kitap. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
                                                                 
Kitabın Arka Kapağı: 

Keyifli okumalar...

NOT: Daha önce kitap tanıtımı yapmadım. Bir kusurum olmuşsa affola...

Muhabbetle,
Hanife MERT

19 Eylül 2014 Cuma

Hayata Bir Pencere Açalım!

İnsan sevincini mutluluğunu değil de, hüznünü, üzüntüsünü saklar yüreğinde… Var olanı görmez de, eksik olana odaklanır. Kendisine iyilik yapanı çabuk unutur, ama kötülük yapanı aklından çıkarmaz... Sevinçlerin mutlulukların değil de, hüzünlerin mutsuzluklarının izi kalır yüreğinde...
Terk ettiklerinin sayısını bilmez, kendini terk edenleri unutmaz ve kolay kolay da affetmez.
İyi şeyleri unutmada hafızasının zayıflığına sığınır, kötü şeyleri unutamama da kinine bürünür.
Sürekli şikayet eder, sonunda kendini mutsuz etmeyi başarır. Oysa insan neyi düşünürse, kendini neye inandırırsa onu gerçekleştirir. Kötü olanı düşünmek, kötülüğü çağırmaktır.
  Zira insan kalbi bir misafirhane gibidir. Hayat boyu meydana gelen iç ve dış tesirlere ev sahipliği yapar durur. Bu tesirlerin en önemlisi de, irade dışı meydana gelen iç fısıltılardan oluşur. Bu fısıltıların bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötüdür. Bu durumda ev sahibine düşen; iyileri ağırlayıp, kötüleri uğurlamaktır.
 İyiyi güzeli ağırlamak hayatı güzelleştirir. Güzeli görür, güzeli yaşar yaşatır. Kötüyü ağırlamak ise kötüyü kötülüğü arttırır. Eksiklere hatalara, yanlışlara yoğunlaştıkça eksildiğimizi görürüz. Enerjimizi kaybeder, etrafa nefret eden gözlerle bakarız.
   İyilikle, güzellikle,varlıkla uğraşmaktır aslolan! Varlıkla, güzelliklerle uğraşmak var olanı arttırır, var olan güzellikler çoğalır, bereketlenir. Kötülükle, eksiklerle, yanlışlarla hatalarla uğraşırsanız, var olan güzelliği de kaybeder hayatınızı eksiler sarar.
  Gelin hayata yeni bir pencere açalım. Biraz nefes alalım. Hayatı olayları olumlu yönden görmeye çalışalım. Eşinizin, dostunuzun, çocuğunuzun, komşunuzun, arkadaşınızın, sevgilinizin, annenizin, babanızın, amirinizin, memurunuzun... Davranışlarını olumlu yönden görmeye çalışalım. Kalbimiz kötü düşünmeye meyletse de, iyi yönlerini düşünüp engel olalım. Kötülük, kin, nefret cana yüktür.
  Herkes çevresinde umut saçan cıvıl cıvıl insanların olmasını ister. Öyleyse önce biz etrafına umut saçan, neşeli cıvıl cıvıl bir insan olalım! Bunu gerçekleştirebilmek için önce yüreği sıkan rahatsız eden olumsuzluklardan kurtulmak gerek. Bize yanlış yapanları affetmekle başlayabiliriz mesela.
  
  Kırın inadınızı kurtulun geçmişin yüreğinize yük olan olumsuzluklarından. Hayat çok kısa. Bu gün var yarın yokuz... Yüzlerimiz, yüreklerimiz, gözlerimiz gülsün.

Somurtan, sürekli dert yanan, şikayet eden, hayata simsiyah gözlerle bakan birini siz ne kadar istemezseniz, emin olun başkaları da istemez…
  Hepimiz insanız ve bu toplumda yaşıyoruz. Eksiklerimiz, kusurlarımız illaki vardır. Biz bunları yaşadıkça ve onlara yoğunlaştıkça eksildiğimizi, sıkıldığımızı, bunaldığımızı görürüz. Gelin atalım üzerimizden bu yükü. Kırgınlıklarımızı kızgınlıklarımızı bertaraf edelim. Bu insanları affetmekle kurtulabiliriz bu yükten. Hayata dolu tarafından bakıp boş tarafını gözardı ederek mutlu olmayı başaralım.

Artık, sevinçlerimizin izi kalsın yüreklerimizde!

Muhabbetle
Hanife MERT

4 Eylül 2014 Perşembe

Ve Hayat Sessizce Aktı Gitti!!


”Nehir gibidir insan, sadece yüzeysel bilinir; derinliklerinde ne saklar, ne fırtınalar kopar söylemez.. Sadece sessizce akar ve gider” der Mevlana ve insanı bir nehre benzetir . 
  Nehrin de tıpkı insan gibi doğuşu saftır, sadeliği ve berraklığı göz alıcıdır. O, doğduğunda gürül gürül akan bir pınardı. Pınar, bağrından koparak kendini dağların kollarına hoyratça bırakır, dağlardan gelen ne varsa içine alıp, saklardı. İstemezdi kimsenin görmesini... Pınar, coşardı bir çağlayan gibi hayata...Önüne engeller çıktığında ya o engeli aşıp geçecek ya da kendine başka bir yol bulacaktı. Çünkü hayatta iz bırakmak için ne olursa olsun yoluna devam etmeliydi... 
Zamanla nehir büyümüş, geçtiği topraklar onu değiştirmiştir. Artık kıvrılmayı da, geçtiği toprağın şeklini alarak  öğrenmiştir. Bir gün başka bir nehirle buluşur ve birleşir... 

  İnsan da öyle değil mi? Doğumu saf, temiz, berrak ve göz alıcıdır. Büyür gelişir kendini  hayat mücadelesinin içinde bulur. Önüne çıkan engelleri aşarak  kendine bir yol bulmayı öğrenir. Yılmadan yorulmadan yoluna devam etmeli, tıpkı nehir gibi hayatta bir iz bırakmalı idi. Ve günün birinde  karşısına çıkan biriyle buluşur ve hayatını birleştirir. 
 Hızla  geçen zaman, onca yaşanmışlıklar, sona yaklaşması, onu  kendi iç dünyasına yöneltmiş ve yalnızlık hissi tüm benliğini sarmıştır artık... Kendiyle yüzleşme iç hesaplaşma başlamıştır iç dünyasında. 
 Öyle ya! nice vedalarda boynu büküldü... Kim bilir kaç gidenin ardında gözlerine yağmur bulutları çöktü. Kimi zaman gözlerinden akıtamadığı yüreğini sele çevirdi.  Kaçıncı kez hazan mevsimi yaşadı. Sevdi, sevildi, özlemleri hasretleri büyüttü içinde. Kimi zaman ezildi, itildi, aşağılandı, dışlandı, horlandı kendini  anlatamadı, anlaşılamadı... Kendine sakladı her şeyini.
Takvimlerden kopanlar bir daha geri gelmedi... Sessizce öylece aktı gitti. Öyle bir akıştı ki, geri dönüşü olmadı. İşte bu akışın adı, geçerken insandan çok şeyi de beraberinde alıp götüren kimine göre her şeyin ilacı olarak bilinen zamandı... 
 Neydi ki bu zaman? Ardından koşarken kanadına nice umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş mu? Yoksa çağlayarak akan ve hayallerimizin, amaçlarımızın içine düştüğü ve bizim ulaşmak için var gücümüzle koştuğumuz  boğulmaktan korktuğumuz, her şeye rağmen yetişmeye çalıştığımız bir türlü yetişemediğimiz çağlayarak akan bir  ırmak mı? 
 O ki, ne kanadına umutlar bağladığımız yücelerden uçan bir kuş, ne de yetişmeye çalıştığımız ve içinde boğulmaktan korktuğumuz çağlayarak akan bir ırmak. 
O, şimdi geriye dönüp baktığımızda uzun uzun seyredebileceğimiz bir film şeridine dönüşmüş umutlarımız, hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, anılarımız ve tüm yaşanmışlıklarımızı gösteren bir şerit. O şeritte büyük bir mutlulukla seyredeceğimiz kareler olduğu gibi, keşke bir makasla kesip atabilsem dediğimiz görüntüler de mevcut...

Sularla birlikte akar insan ömrü. Ta ki son menzile varılır  öyle durulur. Sular kaynağında duruydu saftı. Sen kundağında… Sularla birlikte aktı hayatın. Kimi zaman bulandın kimi zaman duruldun. Sen yüreğinde biriktirdin sakladın her şeyini, sular derinliklerinde... Ve hayat sessizce aktı  gitti...

Muhabbetle
Hanife MERT

1 Eylül 2014 Pazartesi

Eylül Hüzün ve Ben! (Önceki paylaşımımdan)

Her Eylül ayı geldiğinde içimi bir hüzün kaplar... Eylül hüznün ayı, hazan mevsiminin başlangıcı.…Her yerde bir sessizlik hakim olur.Sadece sıcak yaz günlerinin sona ermesi ile tatlı tatlı esen hazan rüzgarlarının sesi duyulur. Bir zamanlar nadide bir tomurcuk iken etrafa canlılık güzellik katan yemyeşil yaprakların sararıp kuruması ve tutunduğu dalı terk etmesi gibi.  Tıpkı sevdiğinden ayrılan, acısını ve gözyaşlarını yüreğine gömen bir sevgili edasıyla çaresiz düşmesine sessiz kalan dallar... Yaprağın kaderiymiş düşmek. Düşen ve hışırtılı sesleri ile sağa sola  savrulan yapraklar  bize neyi ima ediyor bilinmez..
Bilinen bir şey var ki; o da hiç bir şeyin süreklilik taşımadığıdır.Güzelliğin, mutluluğun, canlılığın,sağlığın gençliğin ve hayatın bir gün son bulacağı gerçeği ile yüzleşmesidir.
Tatlı tatlı esen sonbahar rüzgarlarının ardından yağan yağmurlar da sona eren son bulan güzelliklerin ardından dökülen göz yaşını andırır adeta... Doğanın bu nadide hali ne çok şey anlatır.! Anlamak isteyene…
Doğanın sessiz çığlığı.
İnsanlar da öyle değil mi? Ne zaman son bulacağı belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil bir yaprak gibi etrafa ışık canlılık saçarken, ışık olur kimilerine mutluluk huzur verir. Kimine rehber olur. Sevgi tohumları eker sevgisiz gönüllere...Dost olur, yaren olur.Kardeş olur kimine, kimine eş, kimine arkadaş olur.Kimine tutunacak bir dal olur...Ama bir gün kendinden çok şeyin gittiğini fark eder. Bir türlü ne olduğunu anlamadan tıpkı kuru bir yaprak gibi bir o yana bir bu yana savrulup durur dünya denen bu hanede..
Hiç ummadığı bir anda acı acı okunan bir sela ile  irkilir. Hüzün dolu bir sesle sarsılır. Acı bir haber! Ölüm karşısında çaresizliğin haberini verir.

Gidenin ardından çaresiz bakakalırız. Gönül gözümüzü açmak için bir çağrı mı hazan mevsimi? Ölümü, yokluğu, çaresizliği çağrıştırması adına. Bilinmez ama Eylül hüzündür hep...

Eylül İşte! hüznün değişmez adresi..
Eylül bu, acıtır... Ama zamanla acıya da alıştırır.


Muhabbetle,
Hanife Mert

30 Ağustos 2014 Cumartesi

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Türk tarihimiz şanlı zaferlerle doludur. Fakat 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlanan Baş Komutanlık Meydan Muharebesi ile Türk Milleti adeta yeniden dirilmiştir.
Malazgirt Savaşı’yla (1071) 26 Ağustos’ta Anadolu'nun Türklere kapılarını açan kahraman ordumuz; Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Anadolu topraklarının Türk Vatan'ı" olduğunu önünde durulmaz bir iradeyle düşmana ispatlamıştır. Ve yine ulusumuzun iradesiyle Cumhuriyet kurulmuştur.

Bu vesileyle vatan toprağımızın düşman işgalinden kurtuluşunu ve ulusumuzun bağımsızlığını müjdeleyen 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, başta Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, onun silah arkadaşlarını ve bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi şükranla anıyoruz.


Muhabbetle,
Hanife MERT

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...