Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2021 Cumartesi

Çıkmayan Candan Umut Kesilir mi?


  Sabah kahvaltısını çok severim. Sevmek ne kelime, asla es geçemeyeceğim bir öğün. Yok efendim sabahın köründe hiç canım istemez, yok efendim geç saatte yiyemem gibi mazeretim hiç olmadı. Hazır olsa sabah uyanır uyanmaz  yapacağım da... Çocukluğumdan gelme bir alışkanlık. Annem kahvaltı yapmadan asla okula göndermezdi. "Güçlü ve zinde olmak için bu şart " der ardından başarılı olmanın ilk ve önemli kuralı derdi. Çocuklarıma bu kuralı kavratamadım maalesef. Ben mi başarısızdım, yoksa üzerimde annemin ağırlığını daha fazla mı hissediyordum? Ben çözemedim...

  Önceki gün sabah kahvaltı hazırlarken ekmeğin olmadığını fark ettim. Evdeki herkes yatıyordu. Bayram bayram kimseyi rahatsız etmek istemedim. Üşenmeden üzerimi değiştirip maskemi de taktıktan sonra, sitemizin az ilerisinde pide pişirim fırınından sıcak pide almak için evden çıktım. Sitenin giriş kapısının önünde komşumla karşılaştım. İlk dikkatimi çeken dışarıda olmasına rağmen maskesiz olmasıydı. Beni maskeli görünce tedirgin olduğunu gözlerinden anladım. Bozuntuya vermedim mesafemi koruyarak bayramını kutladım.  O anlamıştı anlayacağını. Bazen sözün anlatamadığını gözler çok güzel anlatır... 

Komşumla ayak üstü biraz sohbet ettik. O üzgün ve endişeli gözüküyordu. Ona; " sabahın bu erken vaktinde burada ne yaptığını" sordum? "Hiç sorma" dedi, devam etti: "kafam çok karışık, canım sıkkın" dedi.  Komşumun kızı bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Kızının sınavının iyi gitmediğini beklediği puanın gelemeyeceğini dolayısıyla da istediği bölüme yerleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Ardından, benim için sorun değil. Ancak kızım çok kafasına takıyor. Zaten sınava girmeden önce psikolojik sorunlarımız vardı. Çocukta panik atak başlamıştı. Uzmandan yardım alıyorduk. Aynı hatta daha yoğun bir şekilde sıkıntılarımız devam ediyor." dedi. Çocuğunun dudaklarının morardığını, yüzünün sarardığını, sürekli bir panik  halinde olduğundan bahsetti.

 Komşumun söylediklerini dinlerken içim acıdı. Komşumdan çok gence gençlerimize üzüldüm. Yaz boz tahtasına çevrilen ve değişen  her milli eğitim bakanının sistemi beğenmeyip değiştirdiği eğitim sistemimizin ceremesini çocuklarımız, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz çekiyordu. Endişeli, özgüveni olmayan, gelecek kaygısı taşıyan gençlerimizle geleceğimizi nasıl güvence altına alacağız ki? diye bir düşünce geçiverdi içimden.  Kaldı ki gerekli alt yapı sağlanmadan  Covit 19  nedeniyle okullar kapatılmış, eğitim online üzerinden yapılmıştı. Basında gördüğüm şekliye pek çok okul internet erişim sorunu yaşamışken, üniversite veya lise giriş sınavlarının yüz yüze yapıldığı yetmiyormuş gibi soruların yüz yüze eğitim verilmiş gibi zor sorulması da gençlerimizi ve ailelerini üzmüştür.  

Komşum kızını tekrar bir uzmana götüreceğini söyledi. Üzüldüm...  Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra yanından ayrıldım. Kafamın içinde düşünceler cirit atmaya başladı.

       Hiç şüphesiz her anne baba çocuklarının iyi bir hayat sürmesini, hayat standartlarının yüksek olmasını ister. Bunun için de elinden geleni de gelmeyeni de yapmak için canla başla mücadele eder. Bunun için en temel şey iyi kaliteli bir eğitim alması gerektiğini bilir. Daha okula başladığı andan itibaren başlar kaygısı. Hangi okul daha iyi, hangi öğretmen daha başarılı onun arayışına girer. O da yetmez hangi özel hoca, özel okul, özel etüt merkezi vs. göndermekten çekinmez. Hatırlıyorum da benim arkadaşım, emekli olduğunda aldığı emeklilik tazminatını kızına her dersten aldırdığı özel ders için kullanmıştı. İş sadece maddiyatla bitmiyor ki. Kalitesiz, plansız programsız yap boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çocuklarımızın sağlığının üzerinde yaptığı olumsuz etki hayatının her dönemini etkileyecek boyuta gelebiliyor.
 
 Çocukları yarış atı gibi gören, çocuğu sadece sınavlara hazırlayan ve sınavların bitmesiyle öğrenilen bilgilerin de son bulduğu garip bir eğitim sistemimiz var. Hal böyleyken, çocukluklarını yaşamayan,   sevgiden saygıdan yoksun, milli ve manevi değerlerinden uzak bir gençlikle karı karşıyayız. Bunu devlet ve aile olarak el birliğiyle başarıyoruz. Sonra da bize neler oluyor? diye yakınıyoruz.

      Günümüzde çocuk yetiştirmek  zor sanat. İlmek ilmek işlemek lazım hayatı. Sözcük sözcük öğretmeli zorlukları. Tüm bunları yaparken eğitime önce kendimizden başlamalı.  Çünkü kendi kabuğumuzdan çıkamıyoruz. Verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız eğitim kendi çocukluk dönemimizi yansıtan eğitimden ileri gidemiyor. "Ben sizin yaşınızdayken" cümlesiyle başladığımız anda kopuyor tüm ipler.  Gençler okul kaygısı, iş kaygısı, eş kaygısı derken kaygı yumağı içinde bocalamakta. Güvensiz, mutsuz, gergin bir gençlik; gergin, mutsuz, sorunlu bir topluma hazırlık demektir.
      
 Nereye el atsak elimizde kalan, sorun yumağına dönmüş bir toplumdan, sorunlarını asgariye indirmiş, kıyıdan köşeden huzura el atmış bir topluma dönüşür müyüz? Ben de bilmiyorum. Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş... Tüm bunlardan sonra iştah mı kalır insanda..?

     Her şeye rağmen LGS, YKS sınavlarına giren gençlerimize başarılar diyor, her birinin istedikleri okullara yerleşmelerini diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert

 

20 Haziran 2020 Cumartesi

ÇIKMAYAN CANDAN UMUT KESİLMEZ



Sabah kahvaltısını çok severim. Sevmek ne kelime, asla es geçemeyeceğim bir öğün. Yok efendim sabahın köründe hiç canım istemez, yok efendim geç saatte yiyemem gibi mazeretim hiç olmadı. Hazır olsa, sabah uyanır uyanmaz yapacağım da... Çocukluğumdan gelme bir alışkanlık bu. Annem kahvaltı yapmadan asla okula göndermezdi. "Güçlü ve zinde olmak için bu şart " der ardından başarılı olmanın ilk ve önemli kuralı" derdi. Çocuklarıma bu kuralı kavratamadım maalesef. Ben mi başarısızdım, yoksa üzerimde annemin ağırlığını daha fazla mı hissediyordum, bilmiyorum...
   Önceki gün sabah kahvaltı hazırlarken ekmeğin olmadığını fark ettim. Üşenmeden üzerimi değiştirip maskemi de taktıktan sonra, sitemizin az ilerisinde pide pişirim fırınından sıcak pide almak için evden çıktım. Site giriş kapısının önünde komşumla karşılaştık. İlk dikkatimi çeken dışarıda olmasına rağmen maskesiz olmasıydı. Beni maskeli görünce tedirgin olduğunu gözlerinden anladım. Ses çıkarmadım... O anlamıştı anlayacağını. Bozuntuya vermeden selam verdim. Mesafemizi koruyarak sohbet ettik ayak üstü.
   Ona; " sabahın bu erken vaktinde burada ne yaptığını" sordum. Komşumun kafası karışık, canı sıkılmış gibiydi. Ne olduğunu sorduğumda kızından bahsetti. Komşumun kızı bu yıl üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Lise son sınıfta okuyor. Farklı şikayetlerinden bahsetti. "Heyecanının hat safhada olduğundan, dudaklarının morardığını, yüzünün sarardığını söyledi. E, malum bir de pandemi süreci çocuğun dengesini iyiden iyiye bozdu. Önce kalple ilgili bir uzmana tüm tetkiklerini yaptırdık, hiç bir sorunun yok. Sanırım sorun psikolojik. O nedenden dolayı, sınavdan önce bir uzmandan yardım almaya karar verdik" dedi. Üzüldüm... Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra yanından ayrıldım. Kafamın içinde düşünceler cirit atmaya başladı.
    Hiç şüphesiz her anne baba çocuklarının iyi bir hayat sürmesini, hayat standartlarının yüksek olmasını ister. Bunun için elinden geleni de gelmeyeni yapmaya gayret eder. Bunun yolunun iyi kaliteli bir eğitimden geçeceğini bilir. Daha okula başladığı andan itibaren başlar kaygısı. Hangi okul daha iyi, hangi öğretmen daha başarılı onun arayışına girer. O da yetmez hangi özel hoca, özel okul, özel etüt merkezi vs. göndermekten çekinmez. Hatırlıyorum da benim arkadaşım emekli olduğunda aldığı emeklilik ikramiyesini kızına her dersten aldırdığı özel ders için kullanmıştı. İş sadece maddiyatla bitmiyor. Kalitesiz, plansız programsız yap boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çocuklarımızın sağlığının üzerinde yaptığı olumsuz etki hayatının her dönemini etkileyecek boyuta gelebiliyor.

     Çocukları yarış atı gibi gören, çocuğu sadece sınavlara hazırlayan ve sınavların bitmesiyle öğrenilen bilgilerin de son bulduğu garip bir eğitim sistemimz var. Hal böyle iken, çocukluklarını yaşayamayan, sevgiden saygıdan yoksun, milli ve manevi değerlerden uzak bir gençlikle karşı karşıyayız. Bunu devlet ve aile olarak el birliğiyle başarıyoruz. Sonra da bize neler oluyor? diye yakınıyoruz.

    Günümüzde çocuk yetiştirmek zor zanaat. İlmek ilmek işlemek lazım hayatı. Sözcük sözcük öğretmeli zorlukları.Tüm bunları yaparken eğitime önce kendimizden başlamalı. Çünkü kendi kabuğumuzdan çıkamıyoruz. Verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız eğitim kendi çocukluk dönemimizi yansıtan eğitimden ileri gidemiyor. "Ben sizin yaşınızdayken" cümlesiyle başladığımız anda kopuyor tüm ipler.

    Hal böyle iken gençler okul kaygısı, iş kaygısı, eş kaygısı derken kaygı yumağı içinde bocalamakta. Güvensiz, mutsuz, gergin bir gençlik; gergin, mutsuz, sorunlu bir topluma hazırlık demektir.

     Nereye el atsak elimizde kalan, sorun yumağına dönmüş bir toplumdan, sorunlarını asgariye indirmiş, kıyıdan köşeden huzura el atmış bir topluma dönüşür müyüz? bilmiyorum. Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş...

   Tüm bunlardan sonra iştah mı kalır insanda..?

    Her şeye rağmen LGS, YKS sınavlarına girecek gençlerimize başarılar diyor, her birinin istedikleri okullara yerleşmelerini diliyorum.

Muhabbetle,

Hanife Mert

14 Mart 2019 Perşembe

Çıkmayan Candan Umut Kesilmez

       Sabah kahvaltısını çok severim. Sevmek ne kelime, asla es geçemeyeceğim bir öğün. Yok efendim sabahın köründe hiç canım istemez, yok efendim geç saatte yiyemem gibi mazeretim hiç olmadı. Hazır olsa sabah uyanır uyanmaz  yapacağım da... Çocukluğumdan gelme bir alışkanlık. Annem kahvaltı yapmadan asla okula göndermezdi. "Güçlü ve zinde olmak için bu şart " der ardından başarılı olmanın ilk ve önemli kuralı derdi. Çocuklarıma bu kuralı kavratamadım maalesef. Ben mi başarısızdım, yoksa üzerimde annemin ağırlığını daha fazla mı hissediyordum? Ben çözemedim...

  Önceki gün sabah kahvaltı hazırlarken ekmeğin olmadığını fark ettim. Evdeki herkes yatıyordu. Bayram bayram kimseyi rahatsız etmek istemedim. Üşenmeden üzerimi değiştirip maskemi de taktıktan sonra, sitemizin az ilerisinde pide pişirim fırınından sıcak pide almak için evden çıktım. Sitenin giriş kapısının önünde komşumla karşılaştım. İlk dikkatimi çeken dışarıda olmasına rağmen maskesiz olmasıydı. Beni maskeli görünce tedirgin olduğunu gözlerinden anladım. Bozuntuya vermedim mesafemi koruyarak bayramını kutladım.  O anlamıştı anlayacağını. Bazen sözün anlatamadığını gözler çok güzel anlatır... 

Komşumla ayak üstü biraz sohbet ettik. O üzgün ve endişeli gözüküyordu. Ona; " sabahın bu erken vaktinde burada ne yaptığını" sordum? "Hiç sorma" dedi, devam etti: "kafam çok karışık, canım sıkkın" dedi.  Komşumun kızı bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Kızının sınavının iyi gitmediğini beklediği puanın gelemeyeceğini dolayısıyla da istediği bölüme yerleşmesinin neredeyse imkansız olduğunu söyledi. Ardından, benim için sorun değil. Ancak kızım çok kafasına takıyor. Zaten sınava girmeden önce psikolojik sorunlarımız vardı. Çocukta panik atak başlamıştı. Uzmandan yardım alıyorduk. Aynı hatta daha yoğun bir şekilde sıkıntılarımız devam ediyor." dedi. Çocuğunun dudaklarının morardığını, yüzünün sarardığını, sürekli bir panik  halinde olduğundan bahsetti.

 Komşumun söylediklerini dinlerken içim acıdı. Komşumdan çok gence gençlerimize üzüldüm. Yaz boz tahtasına çevrilen ve değişen  her milli eğitim bakanının sistemi beğenmeyip değiştirdiği eğitim sistemimizin ceremesini çocuklarımız, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz çekiyordu. Endişeli, özgüveni olmayan, gelecek kaygısı taşıyan gençlerimizle geleceğimizi nasıl güvence altına alacağız ki? diye bir düşünce geçiverdi içimden.  Kaldı ki gerekli alt yapı sağlanmadan  Covit 19  nedeniyle okullar kapatılmış, eğitim online üzerinden yapılmıştı. Basında gördüğüm şekliye pek çok okul internet erişim sorunu yaşamışken, üniversite veya lise giriş sınavlarının yüz yüze yapıldığı yetmiyormuş gibi soruların yüz yüze eğitim verilmiş gibi zor sorulması da gençlerimizi ve ailelerini üzmüştür.  

Komşum kızını tekrar bir uzmana götüreceğini söyledi. Üzüldüm...  Geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra yanından ayrıldım. Kafamın içinde düşünceler cirit atmaya başladı.

       Hiç şüphesiz her anne baba çocuklarının iyi bir hayat sürmesini, hayat standartlarının yüksek olmasını ister. Bunun için de elinden geleni de gelmeyeni de yapmak için canla başla mücadele eder. Bunun için en temel şey iyi kaliteli bir eğitim alması gerektiğini bilir. Daha okula başladığı andan itibaren başlar kaygısı. Hangi okul daha iyi, hangi öğretmen daha başarılı onun arayışına girer. O da yetmez hangi özel hoca, özel okul, özel etüt merkezi vs. göndermekten çekinmez. Hatırlıyorum da benim arkadaşım, emekli olduğunda aldığı emeklilik tazminatını kızına her dersten aldırdığı özel ders için kullanmıştı. İş sadece maddiyatla bitmiyor ki. Kalitesiz, plansız programsız yap boz tahtasına çevrilen eğitim sistemimizin çocuklarımızın sağlığının üzerinde yaptığı olumsuz etki hayatının her dönemini etkileyecek boyuta gelebiliyor.
 
 Çocukları yarış atı gibi gören, çocuğu sadece sınavlara hazırlayan ve sınavların bitmesiyle öğrenilen bilgilerin de son bulduğu garip bir eğitim sistemimiz var. Hal böyleyken, çocukluklarını yaşamayan,   sevgiden saygıdan yoksun, milli ve manevi değerlerinden uzak bir gençlikle karı karşıyayız. Bunu devlet ve aile olarak el birliğiyle başarıyoruz. Sonra da bize neler oluyor? diye yakınıyoruz.

      Günümüzde çocuk yetiştirmek  zor sanat. İlmek ilmek işlemek lazım hayatı. Sözcük sözcük öğretmeli zorlukları. Tüm bunları yaparken eğitime önce kendimizden başlamalı.  Çünkü kendi kabuğumuzdan çıkamıyoruz. Verdiğimiz ya da vermeye çalıştığımız eğitim kendi çocukluk dönemimizi yansıtan eğitimden ileri gidemiyor. "Ben sizin yaşınızdayken" cümlesiyle başladığımız anda kopuyor tüm ipler.  Gençler okul kaygısı, iş kaygısı, eş kaygısı derken kaygı yumağı içinde bocalamakta. Güvensiz, mutsuz, gergin bir gençlik; gergin, mutsuz, sorunlu bir topluma hazırlık demektir.
      
 Nereye el atsak elimizde kalan, sorun yumağına dönmüş bir toplumdan, sorunlarını asgariye indirmiş, kıyıdan köşeden huzura el atmış bir topluma dönüşür müyüz? Ben de bilmiyorum. Ama çıkmayan candan umut kesilmezmiş... Tüm bunlardan sonra iştah mı kalır insanda..?

     Her şeye rağmen LGS, YKS sınavlarına giren gençlerimize başarılar diyor, her birinin istedikleri okullara yerleşmelerini diliyorum.


Muhabbetle,
Hanife Mert

24 Kasım 2013 Pazar

Sen uyursan, ben ölürüm öğretmenim!

Herkesin okumasını tavsiye ettiğim güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizi sıkmış olmam.
    Annemin babamın biricik evladı iken, okul sıralarında seninle tanıştım öğretmenim. Beni sana teslim ettiler. Okumayı – yazmayı bana sen öğreteceksin öğretmenim. Toplamayı çıkarmayı da senden öğreneceğim. Bana hayatı da anlatacaksın öğretmenim.
Sadece beni de değil, annemi babamı da eğitmelisin öğretmenim. Bu memleketin geleceği için neler yapmam gerektiğini de bana öğretmelisin. Beni, annemi, babamı uyandır öğretmenim.
Babam uyuyor öğretmenim!
İş ve ev arasında geçen zamanı dışında, evde saatlerce Televizyon izlemekten başka bir şey yapmıyor benim babam. Benim okul kıyafetlerimi, kırtasiye malzemelerini aldığı için, tüm sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor. Elimden tutup parka götürmeyen, ödevlerimi yaparken saçlarımı okşamayan, her akşam saatlerce televizyon izleyen babama, yaptığı hataları anlatmak zorundasın öğretmenim.
Beni hayata hazırladığın gibi, Babamı da uyandır!
Annem uyuyor öğretmenim!
Beni dünyaya getiren, benim için geceleri uykusuz kalan, saçını benim yolumda süpürge yaptığını söyleyen annemin, bana olan sevgisinden şüphem yok. Ancak her sabah saatlerce evlendirme programları izleyen, yemek programı ve diziler dışında hayatında fazla bir yeri yok annemin. Bizim kıyafetlerimizi hazırlamayı, bize sofra kurmayı, okula bırakıp akşam almayı yeterli bir annelik sanıyor.
Beni bilinçlendirdiğin gibi, Annemi de uyandır.
Medyayı yola getirelim öğretmenim.
Her türlü ahlaksızlığı anlatan dizileri yayınlamaktan çekinmiyor medya. Kendilerine daha çok izleyici bulmak adına yaptıkları / yapacakları ahlaksızlıkların sınırı nerdeyse kalmamış. Medya patronları para uğruna bizi de harcıyorlar. Bize izlettikleri dizi ve filmlerle ahlakımızı bozduklarını, şiddete heveslendirdiklerini bilmediklerini sanmıyorum. Onlar için, daha çok para kazanmak, bizim geleceğimizden daha önemli.
Bize, ailemize ve bu topluma zarar veren dizi ve filmlerin zararları ve bu zararların önlenmesi için bir şeyler yapalım öğretmenim. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Milli Eğitim Bakanına bütün sınıf arkadaşlarımızla birlikte mektuplar yazalım öğretmenim.
Bize onları da uyandırmayı öğret!
Ben bugün küçük bir çocuk olabilirim. Ancak birkaç yıl sonra bir genç olacağım öğretmenim. Gençliğimin enerjisini kötü yollarda harcamamayı bana öğret öğretmenim.
Bana tarihimizi anlat. Bana Çanakkale şehitlerini anlat öğretmenim. Sen bana, metrekareye 6000 (altı bin) mermi düşerken, tekbir sesleriyle düşman üzerine yürüyen Çanakkale şehitlerinin kalbindeki imanı anlatıp sevdirmesen, medya bizi sihirli dizilerle uyutuyor öğretmenim.
Sen bize kültürümüzü öğretip sevdirmesen, medyanın etkisiyle batı hayranı oluyoruz öğretmenim.
Sen bize çalışkan olmanın erdemini öğretmesen, medya yüzünden biz, topçu yada popçu olma hayalini aşılıyor.
Sen bize arı gibi çalışkan olmayı öğretmesen, batının etkisinden kendini kurtaramayan medya, bize sinek gibi hazıra konmayı aşılıyor öğretmenim.
Derler ki, bir çocukta eşkıya olma potansiyeli de vardır, evliya olma potansiyeli de. Annesi, babası, öğretmeni ve çevresi çocuğa sahip çıkarsa, o çocuktan evliya gibi sevilen ve çevresine faydası dokunan bir insan yetişebilir.
Genç yaşta katil, cani, hırsız olan, kötü yollara düşen gençlerin elinden anneleri tutmamış, babaları ilgilenmemiş. Cahil anne, ilgisiz baba yanında büyüyen gençlerin, elinden öğretmenleri de tutmazsa, yanlış yola sapmaları kaçınılmaz oluyor.
Sen beni de, annemi de, babamı da uyar / uyandır öğretmenim.
Sınırda nöbet tutan asker uyursa ölür, ancak sen uyursan sınırda nöbet tutacak asker kalmaz öğretmenim.Sınıfta nöbet tutmak sınırda nöbet tutmak kadar kutsaldır öğretmenim.
Herkes uyusa da, sen uyuma öğretmenim.
Sen uyursan ben ölürüm öğretmenim.
Sait ÇAMLICA

Sevgi emek ister, emek ise mücadeleden yılmayan koskoca bir yürek...Bir ana gibi şefkatli bir baba gibi dimdik yüreği çocuk sevgisi, vatan sevgisi, meslek aşkı ile dolu Atatürk'ün izinden giden idealist öğretmenlerimizin  özel gününde  hepsini sevgi saygı ve minnetle yad ediyor, ebediyete göç etmiş öğretmenlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. 
Bu öğretmenler gününde de eğitim sistemimiz ve öğretmenlerimiz için olmasını istediğim dileğimi yineliyorum;  geçerli  bir sebebe dayandırmadan, bizim sosyal ve toplumsal yapımıza uygun olup olmadığı göz önüne alınmadan,her fırsatta  değiştirilerek,yap boz tahtasına döndürülen Milli Eğitim Sistemimizin tekrar  gözden geçirilmesi çocuklarımız ve öğretmenlerimize yaraşır hale getirilmesine,  eğitimin Atatürk ilkelerine uygun olarak çağdaşlaşması ve bilimsel olarak geliştirilmesi yolunda yeni adımların atılmasına ve öğretmenlerimizin hak ettiği değere kavuşturulmasına  vesile olması dileğimle, başta  başöğretmenimiz M. Kemal Atatürk olmak üzere  onun izinden giden tüm öğretmenlerimizin,  öğretmenler günü kutlu olsun.
Hanife MERT

14 Nisan 2012 Cumartesi

Tohumun içindeki ormanı görüyor musunuz?

“Işıklar söndü, film başladı…

Perdede yalnızca iki el vardı. Minik bir el büyük bir eli tutmaya çalışıyordu. Sonra renkler zayıflamaya, görüntü silikleşmeye başladı. Bulanık bir hayal haline gelen bu film karesinin ardından peş peşe başka film kareleri geliyordu.
İlk karede tabancalı bir el, yaşlı bir kadının şakağına uzanmıştı.
İkinci karede bir el, damardan eroin enjekte ediyordu.
Üçüncü karede bir el, saatli bombanın vaktini ayarlıyordu.
Dördüncü karede bir el, başka bir elden zarf içinde yüklüce parayı alıyordu.
Beşinci karede bir el, kasanın şifresini kurcalıyordu.
Altıncı karede bir el, kendine uzanan başka bir eli itiyordu.
Yedinci karede bir el….
Renkler tekrar canlandı, görüntü netleşti. Perdede yalnızca iki el kaldı. Minik bir el, büyük bir eli tutmaya çalışıyordu…
Bütün olumsuzluklar ve acılar, uzanan bu elin tutulmamasından kaynaklandı. O eli zamanında tutmayanlar, tutacak bir el aradıklarında elleri boşlukta kalanlardı….”
 Eller boşlukta kalmamalı…!
 Cinayet işleyen eller, bir zamanlar küçük küçücük değil miydi?
Tiner kokan eller, bir zamanlar dünyanın en tatlı kokusu olan bebek kokusuyla, bir annenin omzunda uyumuyor muydu?
O kanlı eller bir zamanlar süt kokmuyor muydu?
O küfür eden ağızlar bir zamanlar acıkınca “mama” susayınca “su”, zoraki anne baba demiyor muydu?
O ellere ne oldu bugün?
Kim verdi o ellere silahları?
Kim verdi o ellere tineri?
Kim verdi o ellere bıçağı?
Kim öğretti o ağızlara küfür etmeyi?
Kim sahipsiz bıraktı o elleri?
Dikenin tohumu olmaz! Diken, boş bırakılan bahçede kendiliğinden yetişir. Ev denilen o bahçede, okul denilen o bahçede, sınıf denilen o bahçede çiçek yetiştirmek için ter dökmeyenler, dikenlerin arasında yürümek zorunda kalıyor. “Ayaklarımıza batan dikenler ya bizim ektiklerimizdendir, ya da biçmediklerimizden” sözü yalan mı?
Anne babalar öğretmenleri, öğretmenler anne babaları suçlamaktan vazgeçmeli. Herkes kendisine en yakın ellere uzanmalı. Eller boşlukta kalmamalı! Boşlukta kalan ellerin toplumu ne hale getiriyor görüyoruz.
Anne baba evlatlarının, öğretmenler Öğrencilerinin gözlerinin içine bakarken bu ülkenin geleceğine bakıyormuş gibi bakmalı.
Öğrencilerimizin gözlerinin içine bakarken bu ülkenin geleceğine bakıyormuş gibi bakmalıyız.
Bir âdem bir alem değil mi?
Bir insanla ilgilenirken, insanlıkla ilgileniyormuş gibi ilgilenmek zorunda değil miyiz?
Bir öğrencinin elinden tutarken, dünyanın elinden tutar gibi tutmak zorunda değil miyiz?
Bir öğrencinin derdiyle ilgilenirken, dünyanın derdiyle ilgileniyormuş gibi ilgilenmek zorunda değil miyiz?
Bir sınıfta ders anlatırken, dünya bizi dinliyormuş gibi ders anlatmak zorunda değil miyiz?
  Yanan ormanlara bakarken, diken dolu bahçelerde dolaşırken, ben mi küçük bir tohumu abartıyorum?
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Koşmana bak sen, hey gidi küheylan
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın”
Sözlerini yazan Necip Fazıl Kısakürek, küçük bir tohumu çok mu abartıyordu acaba?
 Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum, görülmez bir elma bahçesidir.
Öğretmen tohumun içindeki ormanı görebilen insandır.

alıntı









YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...