20 Mart 2017 Pazartesi

KIRGIN UMUTLAR


Bu sabah öyle durgundu ki sular, 
Sardı yüreğimi huzursuzluklar. 
Bu sabah öyle kırgın ki umutlar, 
Açtırmaz gülü, solgun tomurcuklar.

Ekti yüreğime nefret tohumu,
Kesti aydınlığa çıkan yolumu. 
Özenle  hazırlar acı sonumu
Bulamadım gitti, doğru yolumu.

Şüpheyle bakarken hüzünlü gözler.
Ne yapsa kar etmez, söylenen sözler, 
Mutsuzluğa gebe olmuş atıyor, 
Acıyla dağlanmış çarpan yürekler. 
                               
Bilirim sonsuza dek sürmeyecek,
   Yol yakınken yanlıştan dönülecek. 
Ağlayan gözlerim, elbet gülecek,
Umutlu günlerim geri gelecek.
                         
                              Hanife Mert

16 Mart 2017 Perşembe

Güven ve İnsan


Derler ki; "Yaşadığın yeri cennet yapamadığın sürece, kaçtığın her yer cehennemdir." Bu sözden yola çıkarak insanın öncelikli görevinin; hayatı yaşanılır kılmak,huzur içinde, barış içinde, adil bir biçimde, insanca yaşamasına olanak sağlamak olmalıdır. Bu durum sağlanmadığında ise, toplumda huzursuzluk, güvensizlik, mutsuzluk, sevgisizlik, gerilim, hakim olacaktır. Bu bağlamda toplumda çıkar kargaşası yaşanması, şahsi çıkarların toplumsal çıkarların önüne geçmesi de kaçınılmaz bir hal alacaktır. Devamında da " BEN" merkezli bir hayat felsefesi benimsenmiş, ben doğruyum, ben haklıyım, benim hakkım düşüncesi hükmetmiş durumda vicdanlara...
   Hiç şüphesiz insan güvende olmak güvenmek ister. Zira yaradılışı gereği kendini güvende hissedeceği ortam ve etrafında güvenebileceği insanları görmek ister. İnsanlar arasında olması gereken en önemli ve en kuvvetli duygudur güven duygusu.İnsan ilişkilerini doğrudan etkileyen, yaşantısına direk etki eden bir durumdur. Yaşam ve toplum güven üzerine kurulmuştur.
    Tarif etmesi zor olan bu duyguyu yaşadığımız toplumda ne kadar hissedebiliyoruz? Hangimiz etrafımızdaki insanlara yüzde yüz güvene biliyoruz? Bu soruya evet demek neredeyse imkansız. Öyle olmasaydı toplumda birlik sağlanırdı. Öyle olmasaydı hak hukuk kişilere göre farklılık göstermezdi, öyle olmasaydı bize reva görülenler yaşanmazdı. Zulümler olmazdı. Birlikten kuvvet doğar sözünün gereği sağlanırdı. Verilen sözler tutulur, saymakla bitiremeyeceğim sorunlar yaşanmazdı.
    Konuyla alakalı olduğunu düşündüğüm bir Nasrettin Hoca fıkrasını paylaşmak istiyorum;
Akşehir çevresini mesken tutmuş olan Timur bu bölgeye beraberinde bir de fil getirmiş. Başıboş bırakılan fil bağlara, bahçelere ve ekili tüm alanlara zarar vermeye başlamış. Yaşanan durumdan bezdir kalan Akşehir halkı çareyi Nasreddin Hoca’ya başvurmakta bulmuş. Demişler ki: Hoca, bu Timur denilen adam senin sözünü dinler. Şu filin bir çaresine baksan, anamızı ağlattı.
   Hoca bu teklifi kabul etmiş ve yarın hep birlikte Timur’un huzuruna varalım, derdimizi anlatalım demiş. Ertesi gün buluşmuşlar. Nasreddin Hoca önde, Akşehir halkı arkasında Timur’a gitmek üzere yola çıkmışlar. Her yol ayrımında gruptan birileri kopuyormuş. Nasreddin Hoca Timur’un karşısına geldiğinde bir de bakmış ki yanında kimsecikler kalmamış. Duruma fena halde bozulan Hoca               Akşehirlilere bir ders vereyim diye düşünmüş ve Timur’a:
  -Efendim, biz Akşehirliler olarak getirmiş olduğunuz fili çok sevdik. Fakat hayvancağız yalnızlıktan olsa gerek çok huzursuz görünüyor. Akşehir halkı bu filin eşini de getirmenizi istiyor, der. Timur bu sözlerden hoşlanır ve Akşehirlilerin isteğini yerine getireceğini söyler. Timur’un yanından ayrılan Nasreddin Hoca kendisini beklemekte olan ahalinin yanına geldiğinde halk merakla ne yaptığını sorar. Hoca gülerek cevap verir: Müjdeler olsun. Belânın dişisi de geliyor.
  Yaşadığımız ortamlarda benzer olayları hepimiz yaşamış olabiliriz. Kendilerine güven telkin ederek bir işi yerine getirmesi için görevlendirdiğimiz kimseleri yarı yolda bırakmak insanlığa sığmaz...


Muhabbetle,
Hanife Mert

8 Mart 2017 Çarşamba

Kördüğüm Gibi Sevgi



Sevmek, seveni sevdiğine ulaştıran yüce bir duygu. O öyle bir duygu ki, paylaşıldıkça azalmaz aksine yaşandıkça çoğalır. Onu yaşayan için bitip tükenmek bilmeyen bir hazinedir. Sevginin yokluğu insana acı verir, hayatı anlamsızlaştırır.

Zira, hayatın anlamı, ruhun gıdası, insanın mayasıdır sevgi. Yürekler arasında akan coşku selidir… Sevgi günümüzde olduğu gibi yüreklere hapsedilmemeli. Aynı zamanda eyleme dönüştürülmeli dillendirilmelidr de...

Eşlerin birbirine duyması gereken sevginin şeklini derecesini gösteren, yaşadığı hayatla bize örnek teşkil eden sevgili peygamberimizin eşine olan sevgisini gösteren bir hadise kulak verelim.

Peygamberimiz, eşine ayrı bir önem verir, aynı zamanda eşleri birbirine kenetleyen sevgi sözcük­lerini eşinden esirgemezmiş. O, aşkı sadece yüreğine hapset­mez aynı zamanda onu dillendirirmiş de… "Ben, Allah'ın sevgilisinin sevgilisiyim" diye kendisiyle övünün peygamberimizin sevgili eşi Hz. Ayşe annemiz bir gün her kadının merak edebileceği eşine sorabileceği bir şeyi sorar peygamberimize:


– Efendim, beni seviyor musun? der.

Sevgili peygamberimiz de; "Bu ne biçim soru, bu da nereden çıktı, sevmesem yanında olur muydum," türünden cevaplar vermek yerine, O kendinden emin bir şekilde şöyle der:
– Evet, ya Ayşe elbette seni seviyorum!
Bu cevap Ayşe annemizi muhtemelen tatmin etmez ki, sevgisinin ölçüsünü merak eder ve ardından ikinci sorusunu sorar:

– Beni ne kadar seviyorsun ya Resûlallah? der

Bunun üzerine peygamberimiz, hem Hz. Ayşe'nin hem de bizim yüreğimizin derinliklerini titreten şu içten, samimi ve bir o kadar da edebi ifadeyle şöyle cevap verir:

– Kördüğüm gibi.

Peygamberimiz, eşini asla açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi bir sevgiyle sevdiğini söylüyordu. Bu, açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti. Eşinden duyacağı sevgi sözcükleri bir kadının gıda­sıdır...

Aradan birkaç yıl geçiyor… Hz. Ayşe, yıllar öncesinden kalma o “kördüğüm”ü hatırlatmak istiyor ve Efendimiz’e… Damdan düşer gibi soruyor: “Efendim, kördüğüm ne alemde?”

“Ne kördüğümü?” diye sormuyor Efendimiz…

“Bunca işimin arasında yıllar önce söylediğim bir kelimeyi hatırlamamı bekleyemezsin” diye azarlamıyor Hz. Ayşe annemizi… “Ben nelerle meşgulüm, sen nelerle meşgulsün” diye de küçümsemiyor…

O cümleyi bir dakika önce söylemiş gibi gülümsüyor, sadece. Derin derin eşine bakıyor ve teminat veriyor:

“Kördüğüm daha ilk günkü gibi, yüreğime bütün bütün dolaştı…”der.


 Kadının değersizleştirildiği, en ağır zulmün reva görüldüğü bir dönemden geçmekteyiz. Bu vesileyle hayatını örnek olarak almak durumunda olduğumuz sevgili Peygamberimizin yaşayışı ve tavsiyelerinin referans olması temennisiyle, tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günününü kutluyorum..


Muhabbetle,
Hanife Mert

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...