11 Kasım 2016 Cuma

Atatürk'ü Anma Programı


Atamızın 78. ölüm yıl dönümü nedeniyle hazırladığımız anma etkinliğinde yaptığım konuşmayı sizlerle de paylaşmak istedim... Uzun zamandır bu konuşma üzerinde çalışıyor olmam nedeniyle bloguma pek giremedim...

Çok yönlü ve üstün kişiliğe sahip bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, aramızdan ayrılışının üzerinden tam 78 yıl geçti. Her fani gibi, o da payına düşeni yaşadı. O, kısacık hayatında, bir milletin kötü talihini yenmesini sağladı ve dünya tarihinde de benzeri görülmemiş izler bırakarak bu dünyadan göçtü. 
 
 Mensubu olduğu Türk Milleti'ni sonsuz bir aşkla seven Atatürk, milleti için her türlü zorluğa katlanmış ve kendini ona adamıştır. Onun "Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim"(Trabzon, 11.6.1937.)  sözü, milletini ne kadar çok sevdiğini göstermektedir.
   Hiç şüphesiz Türk Milleti de Atasını çok sever. Zira daha küçücük bir çocukken anne babamızın kucağında katıldığımız törenlerde kazındı ismi beyinlerimize…
Okulda, ders işlerken  sınıflarımızda,  karşımızda duran resmiyle yüreğimize düştü sevgisi. Okulda öğretmenlerimizin, onun başarılarını, ilkelerini, devrimlerini, vatan, millet, bayrak aşkını; evde büyükannemizin büyükbabamızın anlattıkları kahramanlık öyküleriyle de ilmek ilmek işlendi yüreğimize Atatürk sevgisi.
 Atamızı hepimiz severiz. Severiz sevmesine de acaba bu sevginin hakkını verebiliyor muyuz?. Peki nasıl olmalı Atatürk'ü sevmek? On kasımlarda, bayramlarda  resmini,  rozetini yakamızda taşımakla mı, duygu yüklü  şiirler okumakla mı,  yoksa Atam sen olmazsan biz olmayız, gene gel kurtar bizi demekle mi? Olmaz arkadaşlar! Olmaz ! Atatürk sevgisi böyle olmaz. ya nasıl olmalı? 
Gelin bunu kendinden öğrenelim:

1-Atatürk'e göre ASIL SEVGİ
Atatürk’ün en büyük zevki, toplantılarda rastladığı herhangi birine ani bir soru sormak ve alacağı cevaba göre o şahsın bilgisini takdir etmekti. Bir cumhuriyet balosunda yaverlerden Nihat Bey’e şu soruyu sorar:
'Ben ölürsem, ne yaparsın?'
Nihat Bey:
'Ben de ölürüm Paşam, cevabını verir. 
'Atatürk aldığı cevaptan memnun kalmamıştır. Sert bir ifadeyle şunları söyler:
'Eğer beni hakikaten seviyorsan, ölmemen lazım. Yaşamalısın ve benim telkin ettiğim ideallerin benden sonra da gerçekleşmesine, yaşamasına çalışmalısın. İşte gerçek sevgi budur.' der.
 2-Sen Güreş Bilir misin? 
Sevilmek ve ilgi görmek isteği insanın doğasında vardır. Yaşamdaki mücadelenin belki de birinci nedeni insanların kendilerine yönelik ilgiyi artırma isteğidir. Bu nedenle sevilmek kadar sevmenin de önemli olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Ailelerinden uzakta vatani görevlerini yapan Mehmetçiklerin, ilgiye herkesten daha fazla ihtiyaçları vardır. Onlar bu ihtiyaçlarını komutanlarından görecekleri sevgi ve şefkat ile giderirler. İnsan doğasındaki bu ihtiyaçtan dolayıdır ki; ATATÜRK yaşamı süresince karşılaştığı her Mehmetçikle ilgilenmiştir. O gücünü korkudan değil, paylaşıldıkça artan ve kalpleri fetheden sevgiden almıştır. Bunun en anlamlı kanıtı Mehmetçiğin aşağıdaki anekdotta yer alan, ‘’ ATA’m senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?‘’ sözüdür. Burada işaret edilen sevginin yenilmezliğidir:
Bir seyahatinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve iltifat etti. Sordu:
-Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi.
Genç asker daima galip geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı. Ceketini çıkarıp Mehmet’e ense tuttu:
-Haydi, bir de benimle güreş!
Saf ve temiz Anadolu çocuğu ATA’sının yüzüne hayranlıkla baktı:
-Atam, dedi. Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.
3-Atatürk’ün kitap okumaya verdiği önem ile ilgili anı 
Atatürk, kitap okumayı, araştırma yapmayı, fikir ve düşüncelerini insanlarla paylaşmayı pek seven bir liderdi. Onun, henüz okul çağlarında başlayan kitap okuma alışkanlığı, savaş zamanında bile devam etmiş, cumhuriyet yıllarında ise daha da artmıştır.
Cumhuriyet döneminde büyük bir kütüphaneye sahip olan Atatürk, okumuş olduğu yerli ve yabancı birçok eser sayesinde geniş bir kültüre de sahipti.
Büyük Önder Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada anlatıyor:
“Bir gün Atatürk, tarihle ilgili bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken devlet başkanının kendini kitaba vermesi Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olmalı ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma… 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu içten yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:
- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım, dedi.
Atatürk’ün  hayatı boyunca 3997 adet kitapokuduğu bilinmektedir.
  Atatürk,toplumun her kesimini kucaklayan bir halk adamıydı. Köylüye, askere, polise, öğretmenlere, sanatçılara, sporculara, Türk kadınına, çocuk ve gençlere. kısacası toplumun tüm kesimlerine değer vermiş ve destek olmuştur. O bir halk adamıdır; çünkü hep halkı için uğraşmış, halktan birisi gibi davranmıştır. Onun ”Benim için en büyük makam ve ödül, Türk milletinin bir ferdi olarak yasamaktır.”sözü de bunu kanıtlar. Atatürk eğitim, bilim,fen, sanat, spor ve kültüre çok önem vermiştir.
4-Mustafa Kemal’in (Tiyatro) ile ilgili anısı
Muhsin Ertuğrul, bugünkü adıyla İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Genel sanat yönetmenidir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Dolmabahçe’de kalmaktadır o günlerde…
Bir gece Gazi’nin oyun izlemeye geleceği duyurulur Muhsin Ertuğrul’a. Herkes telaş içindedir. Çünkü oyunun başlama saati gelmiştir ancak Mustafa Kemal gecikmiştir.Ne olacaktır şimdi? Muhsin Ertuğrul tam saatinde başlatır oyunu. Bir süre sonra Gazi gelir.Yanındakiler korkarak oyunun başlatıldığını haber verirler Gazi’ye. “Ya, öyle mi? Bitimde görüşürüz Muhsin Ertuğrul’la..”  der ve locaya girip oyunu izler. Oyunun bitiminde beğeniyle alkışlamaktadır aktörleri. Muhsin Ertuğrul Gazinin yanına girer. Gazi ayağa kalkar: “Sizi kutlarım..” der. “İşinizle ilgili ciddiyetiniz, ülkenin gelişimini ciddiye aldığınızı da gösterir. Biz geç geldik. Oysa böyle bir kurum perdesini zamanında açmak zorundadır. Görevinizi yaptığınız için özellikle kutlarım sizi..” der.
Muhsin Ertuğrul’a böyle söylediği için kimse şaşırmamalı…
Çünkü daha ileriki yıllarda yanındaki yönetici takımını “Efendiler! Bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz… Ancak sanatçı olamazsınız!”diye uyaracak kadar yanında olacaktır sanatçının ve sanatın…
      5- Atatürk ve Edebiyat

Dilimize büyük önem vererek Türk Dil Kurumu’nu kurdurması ve bu bağlamda kendisinin de çalışması bir yana, yazarları da olumlu anlamda yönlendirmiştir Atatürk…
Bunun örneğine geçmeden önce 1923-1924 yıllarında “irtica” sözcüğünü nasıl tanımladığına bakmak gerekir Gazi’nin…
“Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında, onu ortadan kaldıracak bir güç belirir. Bizim dilimizde buna “irtica” derler. İyi bir şey yaptınız mı biliniz ki bunu ortadan kaldırmak için karşınıza muhalif, gerici bir güç çıkacaktır. Bundan dolayı bu iyi işi yapmadan önce, karşınıza dikilecek kara gücün de ortadan kaldırılması önlemini almak gerekir. Halkımız güven içinde ve huzurlu olsun ki, bugünkü devrimi yapanlar ve bu devrimi tamamlamaya karar verenler, karşılarına çıkacak bu tür gerici güçleri, tam da çıktığı noktada ezebilecek güç, yetenek ve önlemi almaya maliktirler.Bizi yanlış yola yönlendiren soysuzlar, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, tutsak eden, perişan eden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.
Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok uzaktır. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka yerlerde sahne arasınlar. Geçmişin dalgınlıkları, paslı durgunlukları, Türkiye halkının belleğinden silinmiş olduğunda, kuşku ve duraksamaya yer yoktur. Eriştiğimiz mutlu durumdan bir adım geriye gitmek, kimsenin söz konusu etmeye bile yetkili olmadığı kesin bir gerçektir.”
Kuşkusuz Gazi bunları söylemekle kalmamış, edebiyatın gücünü bildiği için büyük romancımız Reşat Nuri Güntekin’i, romanımızın doruklarından Yeşil Gece’yi yazması için özendirmiştir de…
Kuşkusuz bunu buyruk verir gibi değil de “Yobazlığı yeren, Cumhuriyeti savunan bir roman yazar mısın?” yaklaşımıyla gerçekleştirmiştir…
Üstelik bunu ne zaman ve nasıl yapmıştır?
Tam da Sayın Güntekin, Emile Zola’nın “Hakikat”(bugünkü deyişle “Gerçek” ) adlı romanını çevirdikten sonra…
“Devrimimizi halka anlatmak için dünya yazarlarından da yararlanalım ancak esas olan, ulusal edebiyat’ta da anlatılması/yazılmasıdır bu tür gerçeklerin…”yaklaşımıyla.
Kaldı ki eşsiz yapıtı Nutuk (Söylev), neredeyse, belgesel roman kurgusuyla yazılmış bir baş yapıttır. Yazarız diye geçinen bizim gibi birçok edebiyat adamının, onun eşsiz üslubundan/anlatımından öğrenecek çok şeyimiz var…



6- Ölüden Medet Ummayın

İnsanların sıkıntılarının ve geri kalmışlıklarının gerçek nedenini; hoşgörü ve yaratıcılığı reddeden hurafelerin etkisinden kurtulup, akıl ve bilimin gücünden yararlanma refleksini gösterememiş olmalarında gören Atatürk; ülkede şeyhlik ve dervişlik iddiasında bulunup halkın bilincini sömürenlere asla izin vermemiştir. Tanrı ile kul arasına girerek inançların sömürüsünü yapmaktan başka mesleği olmayan asalakların uygar dünyada yeri olmamalı. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün bu konudaki yaklaşımını yansıtması açısından güzel bir örnektir.


 - Atatürk'ten Sakal Üzerine

Atatürk, Amasya ziyaretinde. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;Kimdir bu? Vali yanıt verir;Efendim kendisi Şıh'tir. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk, Şıh'ı yanına çağırır ve; "Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan" der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; "Emrin olur Paşam" diyerek yerine çekilir.Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk, Amasya'daki Şıh'i hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'in sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazirini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister.
Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; "Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? " Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; "Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim" der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp, nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; "İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince; bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarin başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...

7- Türk Milletini Uyandırmak
Atatürk derin derin düşünürken İnönü’ye bakıyor, “bunca senelik dostumsun, cephelerde çarpıştık, zorluklarla mücadele ettik, yılmadık ama bana bugüne kadar karşılaştığın en zor şey nedir diye hiç sormadın Paşa” diyor. "Haklısınız" diyor İnönü, hafif bir tebessümle, "gerçekten, neydi karşılaştığınız en büyük zorluk?"
Gülümseme sırası o çakmak gözlü güzel insandadır, “uyandırmak Paşa” diyor.
“Türk halkını uyandırmaktı en zor olan!"
"Haklısınız" diyor İnönü.
Atatürk devam ediyor, “pekiyi ondan daha da zor olan neydi bilir misin?” diye soruyor.
Şaşırıyor İnönü. "Türk halkını uyandırmaktan daha zor olan nedir ki?" diyor.
Yine gülümseyen Atatürk, “uyandıktan sonra şaha kalkan Türk halkını durdurmak Paşa!” diyor.


Üzerinde yaşadığımız bu vatan, bağımsızlığımızın simgesi ay yıldızlı bu bayrağımız, Cumhuriyetimiz kolay kazanılmadı. Her birimizin atası, dedesi adı bile duyulmamış cepheleri kanlarıyla sulamıştır.


Çoğunun mezar taşı dahi yoktur hatta şehit düştüğü yer bile bilinmez...


Bütün çekilen çilelerin, yapılan fedakârlıkların bilincinde olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet yaşamasını sağlamak için var gücümüzle mücadele etmeli. Bu sorumluluğu bizden sonraki nesillere aktarmak hepimizin boynunun borcu olmalıdır. Bu Millet üzerine düşen sorumluluğun bilinci ile gerektiğinde yine şaha kalkacak ve gereğini yapacaktır...
8-Vatanın Bağrına Düşman Dayamış Hançerini
Kurtuluş Savaşı yıllarında, Milli mücadele sırasında Ankara’da kurulan mecliste, bir toplantıda Bursa Mebusu Dr.Baha Bey meclis kürsüsünden;

"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini? "
Namık Kemal'in bu iki dizesini okur... Bunun üzerine
Mustafa Kemal'in yanıtı şöyle olmuştur;
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!"
Geçmişte olduğu gibi bu günde, düşman vatanın bağrına hançerini dayamış durumda, acaba bunun farkında mıyız!
Büyük Atatürk, 10. Yıl Nutkunda; “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” diyor. Elbette dünyada en önemli aydınlatıcı gücün, yüksek Türk Medeniyeti olduğuna işaret ediyor ve reçeteyi de kendi Türk kültür dünyamızda aramamız gerektiğine dikkat çekmektedir. Büyük Atatürk, Türk Milletine hedef olarak da, muasır(çağdaş) medeniyet seviyesinin üzerine çıkma azim ve iradesini göstermektedir.

 Büyük Önderimizi andığımız bugünde O’nu yas tutarak değil, yapmamız gereken şeyleri ne ölçüde gerçekleştirdiğimizi, eksiklerimizi nasıl gidereceğimizi tartışarak anmak en doğru yol olacaktır. Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini iyi anlayıp uygulamaya koymak, bu vatanda yaşayan her Türk evladının en asli vazifesi olmalıdır.

Bu vesileyle çeşitli kaynaklardan faydalanarak, Atatürk'ten Türk Gençliğine unutulmaz anılardan küçük bir demet sundum.
Gençlik Ata'sının anılarını okumalı öğrenmeli, ondan feyz almalı. O'nun gösterdiği çağdaş uygarlık yoldan ayrılmadan, üzerimizde kara bulutların dolaştığı ağır bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde her zamankinden daha fazla, Ata'sına ve onun emanet ettiği cumhuriyete, ilke ve inkılaplarına, vatana, bayrağa sahip çıkmalıyız. Farklılıkları bir kenara bırakarak her zamankinden daha fazla birlik ve beraberlik şuru ile hareket etmeliyiz.
Bu ülke bu millet sana minnetardır, büyük Atatürk... Her insan doğar, büyür ve ölür. Kalıcı olan bıraktığı emanettir. Millet olarak bize bıraktığın emaneti canımız pahasına koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Silah arkadaşlarınla beraber kurduğun Cumhuriyet'inle kalbimizde yaşayacaksın..
Ruhun şad olsun.

Muhabbetle
Hanife Mert

KAYNAKLAR
1- Hilmi Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, İstanbul 1973, s. 98.


2- Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 1961, s. 307–308.


3-Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009




4-Atatürk ve Sanat
Yazar Tuncer Cücenoğlu
Sayfa 2 of 2
5-H.R. SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, s.268

YENİ KİTABIM YOLCULUK ÇIKTI!

Uzun bir aradan sonra merhaba diyerek yeni döneme başlamak istiyorum. Bir süredir bloğumdan ve   değerli blog arkadaşlarımdan uzak kaldım. S...